28 Kasım 2010 Pazar

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 15)

İçeri girdiklerinde hemen valize yönelirler. İçinde günlük, fotoğraflar, gazete küpürleri bulunan bir zarfı valizin içinden alarak görevlerini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği güvenle odadan ayrılırlar.


Bu sırada Aslı, Ahmet ve Prof. Simon yemekten kalkmaktadırlar. Ahmet önce Prof. Simon’u oteline bırakıp, sonrasında Aslı’ya eşlik ederek Aslı’yı bırakmayı teklif eder. Aslı önce kabul etmek istemez. Ancak Ahmet geç saatte Aslı’yı yalnız bırakmanın doğru olmayacağını söyleyerek ikna eder Aslı’yı. Aslı daha fazla diretirse kendisini ele vereceğini düşündüğü için Ahmet’in teklifini kabul eder. Prof. Simon’u kaldığı otele bırakırlarken İstanbul’un güzelliklerinden bahsederler yol boyunca. Aslı büyüdüğü şehri çok özlediğini ve Ömer’in sakladığı bu sır çözülür çözülmez tekrar ülkesine dönmek istediğini söyler. O akşam Aslı’nın söylediği en samimi söz budur aslında…

Prof. Simon’un oteline yaklaştıklarında ertesi gün öğlen yemeğinde bir araya gelmeyi teklif eder Aslı. Günlüğü yanında getireceğini ve bu sırrın çözülmesi için verdikleri destekten ötürü teşekkür eder.

Ahmet ve Aslı yalnız kalmışlardır. Aslı’nın oteline varana kadar ikisi de tek kelime etmemişlerdir. Aslı ertesi günü nasıl kotaracağını düşünürken, Ahmet de sırra bu kadar yaklaşmış olmasının verdiği coşkuyu bastırmakta zorlandığı için hiç konuşmamayı tercih etmiştir.

Bu sırada Prof. Simon telefonun karşısındaki kişiye Aslı’nın odasından aldığı belgeleri vakit kaybetmeden kendisine getirmesini söyler. Profesör Simon yıllarca peşinden sürüklendikleri o belgeleri Ahmet ile paylaşmayacaktır elbette. Belgeleri alır almaz önce cemaat tarafından hazırlanan özel bir uçakla Mısır’a uçacak, buradan da gemiyle Aşdod Limanı’na inecektir. Gemi yolculuğu süresince Aslı’nın odasından aldığı belgeleri konsey ile paylaşacak, camiada hatırı sayılır bir mertebeye erişecektir. Tam da bunları düşünüyorken çalan telefonu ile irkilir. Otelden belgeleri getiren kişi profesörü lobide beklediğini, uçağın kalkış için hazırlandığını ve vakit kaybetmeden alana gitmeleri gerektiğini söyler.

Ahmet ve Aslı ise araçtan inmiş vedalaşıyorlardır. Ertesi gün 13:00’de buluşmak için randevulaşırlar.

Aslı asansörde yine de dikkat çekmemek için önce 1303 nolu odanın katına çıkar. Ahmet’in arkasından onu izleyeceğinden şüphelenmiştir. Katta iner ve 2303 numaralı odaya çıkmak için merdivenleri kullanır. Ömer oda kapısında onu beklemektedir. Aslı Ömer’i gördüğü an koşarak ona sarılır, sinirleri iyice boşalmış titreyerek olanları anlatır.

- Ömer, yarın öğlen buluştuğumuzda ne yaparım ben? Kulağımdaki verici, beni izliyor olmanız umurumda değil. Yarın benden günlüğü bekliyorlar. Ne yapacağım yarın? diye ardı ardına endişelerini sıralar Aslı.

- Merak etme Aslı, yarın Profesör Simon burada olmayacak. diye yanıtlar Ömer.

Aslı soran gözlerle Ömer’e ve Erkin Amca’ya bakmaktadır. Ömer Aslı’yı dafa fazla meraklandırmamak için açıklamaya başlar.

- Aslı’cım her şey tahmin ettiğimiz gibi gelişiyor. Sen akşam Ahmet’le buluşmak için otelden ayrıldığında 1303’e senin bavuluna benzer bir bavul yerleştirdik. Bavulun içine bendeki sarı zarfı, belgeleri ve günlüğü koyduk. Bizim hemen arkamızdan kat görevlisi kılığında bir adam girdi. İstedikleri her şeyi alıp çıktılar. Şimdi o belgeler çoktan Profesör Simon’a ulaşmıştır bile.

- Nasıl olur Ömer? Siz yıllarca bu belgeleri saklamak için uğraşmadınız mı? Yaşadığın ülkeden bile bu belgeler için ayrılmadın mı? Şimdi sen bana kendi ellerinle tüm belgeleri Simon’a verdiğini mi anlatıyorsun?

Bu sırada Erkin Amca lafa girer.

- Aslı kızım; Hakan Binboğa öldüğünde Ömer’e iki sarı zarf gelmişti. Biri ders sırasında öğretmeninize verilen zarftı. Diğeri ise cenaze esnasında, Ömer ve Teğmen Perez cenazenin başındayken teğmenin Ömer’e verdiği zarftı. Orijinal belgeler Teğmen Perez’in elden verdiği zarfta idi. Bu akşam 1303’deki valizde yer alan belgeler gerçek değiller.

Aslı bu kadarını hayal edemezdi… şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyordu.

Ömer, Aslı’nın elini sıkıca tuttu. Neredeyse sona gelmişlerdi ve bundan sonra yapılması gereken tek şey…

Öykünmüzün Seyir Defteri
Yazan: http://lalvebenbuyurken.blogspot.com
Son Bölüm:  http://stardustt.blogspot.com/

26 Kasım 2010 Cuma

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 14)

Bu sırada 1303 numaralı odanın kapısının önünde, kat görevlisi odanın kapısını açmaya çalışmaktadır. Görevli kapıyı açar ve odaya girer. Odaya bir valiz bırakır ve kapıyı kilitlemeden çıkar.


Ömer çocukluk günlerindeki gibi sessizliğe bürünmüştür. Gergin olduğu zamanlarda; içinde kopan fırtınalara ve aklının içindeki sorulara kendi iç sesiyle cevaplar verip çözümler arayan Ömer, bu esnada Teğmen Perez ve Erkin Amca’nın konuştuklarını duyuyor ama aklındaki soruları cevaplamakla meşgul oluyordu.

Aslı ve Ahmet akşam yemeği için oturduklarında Ahmet Aslı’ya iltifatlarına devam eder, ona içtenlikle yardımcı olmayı ne kadar çok istediğini hissettirmeye çalışır. Ahmet ne istediklerini soran garson’a “bir misafirimiz daha gelecek o geldiğinde söyleyelim” dediğinde Aslı Prof. Simon’un da yemeğe katılacağını anlar.

Prof. Simon da gelir ve bir yandan yemek yenirken, bir yandan da yavaş yavaş belgeler hakkında konuşmaya başlarlar.

- “Ahmet bana durumdan biraz söz etti, günlüğü ne zaman okumamız mümkün olur Aslı hanım?” Diye sorar Prof. Simon.

Aslı “günlüğü yanında getirmediğini yarın öğle saatlerinde tekrar buluşup günlüğü Prof. Simon’a” verebileceğini söyler.

Aslı’nın verdiği bu cevap Ahmet’i ve Prof. Simon’u rahatlatırken Aslı da biraz olsun rahatlar. Aslı bir an önce yemeğin bitmesini ve Ömer’in yanına gitmeyi istemektedir. Senelerdir merak ettiği bu sırrın başlarına bunları açacağını bilseydi açar mıydı hiç o kasayı? Aslı bu düşüncelere dalmışken Ahmet Prof. Simon’a Aslı’yla üniversite günlerinden anılarını anlatmaya başlar. Maksatları Aslı’yı oyalamak ve Aslı’nın odasındaki belgeleri adamları vasıtasıyla ele geçirmektir.

Prof. Simon’un görevlendirdiği iki adam 1303 numaralı odaya geldiklerinde kapıyı açarken zorlanmamalarını “kadın milleti işte, makyaj derdine düşmüşken unutmuştur kapıyı kilitlemeyi” şeklinde yorumlarlar. İçeri girdiklerinde hemen valize yönelirler. İçinde günlük, fotoğraflar, gazete küpürleri bulunan bir zarfı valizin içinden alarak görevlerini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği güvenle odadan ayrılırlar.

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://caytostayran.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://lalvebenbuyurken.blogspot.com/

25 Kasım 2010 Perşembe

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 13)

Aslı ve Teğmen Perez ‘de artık İstanbul'dadır…


Telefonla Aslı'dan geliş saatini öğrenen Ahmet karşılar Aslı'yı havaalanında.Teğmen Perez ayrı olarak çıkar kapıdan,Ahmet Aslı'nın valizini alır koluna girip çıkışa doğru yönlendirir.

-Hoşgeldin Aslı nasılsın?der.Sesi sanki hiçbir şey yokmuş gibi doğal,yıllardır görmediği arkadaşına özlem doluymuş gibidir.

-Teşekkür ederim İyiyim der Aslı,tedirginliğini gizlemeye çalışarak.

Birlikte arabaya binerler,Ahmet'in farkında olmadığı şey Teğmen Perezin de onları uzaktan takip ettiğidir.
-Annenlere mi gideceksin der Ahmet.

-Annemler şehir dışında,hem bu iş için geldiğimi kimse bilsin istemiyorum,o yüzden otelde rezervasyon yaptırdım diye cevap verir Aslı.

Teğmen Perez ve Erkin Amca güvenlik için otelde kalmanın daha iyi olacağına karar vermişlerdir,bir gün önce gelen Erkin Amca ve Ömer de anahtarı aldıktan sonra otele gelip yerleşmişler ve Teğmen Perezle Aslıyı beklemeye başlamışlardır.

-Günlük yanında mı? diye sorar Ahmet

-Evet yanımda diye cevap verirken,işlerin umduğu kadar sakin gelişmeyeceğini anlar Aslı,her ne kadar doğal davranmaya çalışsa da sesinde ve tavırlarında bir gerginlik vardır Ahmet'in.

-Çok şanslıyız,Prof.Simonda burada. İstanbul'da bir işi çıkmış yeni geldi,der Ahmet gülümseyerek.

-Ne hoş bir tesadüf derken Aslı sesinin doğal çıkmasına gayret etmekdir,oysa Prof.Simonun adını duyduğu anda,buz gibi terler boşanmıştır sırtından.

Otelin önüne gelirler,arabayı parkedip lobiye girerler,resepsiyona doğru ilerlerken Aslı'nın gözleri Ömer ve Erkin Amcayı arar ancak göremez,telaşa kapılsa da bir şey belli etmez.

Aslı resepsiyondaki görevliye adını söyler,kız rezervasyonu kontrol edip,oda anahtarlarını uzatırken.

-Hoşgeldiniz 1303 numaralı oda,odanız hazır,valizinizle biz ilgileniriz der.

Ahmet aklına kazır numarayı.

Ahmete doğru dönen Aslı;

-Çok teşekkür ederim,desteğin benim için çok anlamlı,yıllardır,ailemizi ,Ömeri kemiren bu sırrı çözmemde bana yardımcı olduğun için minnettarım diyerek elini uzatır.

-Arkadaşlar ne içindir der Ahmet gülümseyerek.Sen şimdi biraz dinlen,akşam yemeğinde görüşürüz,tokalaşırlar ve Ahmet otelden ayrılır.

Aslı asansöre yöneldiği anda,

-Aslı hanım afedersiniz bir yanlışlık olmuş,odanız 1303 değil,2303 diyerek yeni anahtarını uzatır resepsiyondaki kız.

Aslı buna bir anlam veremese de üzerinde fazla durmadan yeni anahtarını alıp odasına çıkar .

Odasına geldiğinde Ömer onu beklemektedir.Ömeri görünce sevinen Aslı hemen kollarına atılır.Bir çırpıda olanları anlatır,Ömer;

-Odanın anahtarlarını alırken Ahmet de yanındamıydı diye sorar.

-Evet yanımdaydı

-Tahmin ettiğimiz gibi der Ömer

-Ne tahmin ettiğiniz gibi der Aslı şaşkınlıkla.

-Ahmet'in oda numaranı öğrenmeye çalışacağını düşündüğümüz için önceden tedbirimizi aldık,resepsiyondaki kıza sen geldiğinde yanında bir adam olursa yanlış oda numarası söylemesini,adam gittikten sonra doğru odanın anahtarlarını vermesini tembihledik Erkin Amcayla,çünkü Ahmetin ve Prof.Simonun odanı ve eşyalarını karıştıracaklarından adımız gibi eminiz der.

İyice şaşıran Aslı,

-Nasıl bir şeyle uğraşıyoruz biz Ömer diyerek Ömere sarılır.

Kapı çalar,gelen Erkin Amca ve Teğmen Perezdir.

****
Bu sırada otelden epey uzakta boğaza bakan bir yalıda Prof.Simon pencerenin önünde durmuş,elinde piposuyla boğazın sularını seyretmektedir.

Evin görevlisi Ahmet'in geldiğini haber verir.

-Geldi mi kutsal bilgi kaynağımız diye sorar Prof.Simon ağzındaki dumanı ağır ağır savururken ve koltuğa rahatça oturur.

-Evet geldi,otelde kalacakmış...

-Otel mi? Otel de nerden çıktı der Prof.Simon hiddetle.

-Evde kalmak istemedi,ailesi şehir dışındaymış,oda numarasını da öğrendim der,Ahmet.

-Otelde kalması işimizi zorlaştıracak,onca insanın içinde tanık bırakmadan nasıl hareket edeceğiz ki der,Prof.Simon.

-Bu da o çok övündüğün adamlarının işi profösör,öyle değil mi der Ahmet sinirini belli etmemeye çalışarak.Oda numarası 1303 akşam yemeğe çıkaracağım,biz yokken bol bol zamanları var adamlarının,ellerini çabuk tutsunlar der.

Ayağa kalkar, gitmek için merdivenlere doğru yürüken arkasını döner ve;

-Unutma bu kez de elinde patlarsa bu iş,patrona sen hesap vereceksin,sürekli arkanı toplayamam der.

Sinirden kıpkırmızı olan profösör,hiddetle telefonu eline alıp, adamlarını arar...

****

Bu sırada otelde biraraya gelen Aslı, Ömer,Erkin Amca ve Teğmen Perez de durum değerlendirmesi yapmaktadırlar.

Ömer;

-Anahtarı aldık,artık Güney Irağa gitmek için hazırız der.

Teğmen Perez;

-Mustafa bizi Basra'da (Güney Irak)bekliyor,kendi bilgilerimizi açığa vermeden Prof.Simon'un neler bildiğini öğrenmeli ve derhal Basraya doğru yola çıkmalıyız der.

Erkin amca Aslıya bakarak,

-Prof.Simonla konuştuktan sonra senin işin bitecek ve biz Basraya hareket ettiğimizde sen de Viyanaya döneceksin der.

Aslı;

-Böyle bir şey söz konusu bile olamaz der,Ömer nereye giderse ben de gelirim,hem yalnız kalmam güvenliğim için de tehlikeli olmaz mı der.

-Aslı haklı,hem bu işin içinde bizden çok Aslı yer alıyor,anneannesini unutmayın der Ömer.

Teğmen Perez;

-Pekala hep birlikte harteket edeceğiz der.Otele yerleştiğin ve oda numaran Prof.Simona ulaşmış olmalı,artık daha dikkatli davranmalıyız,adamları bizi bir arada görmemeli,hepimiz odalarımıza dağılalım,sen de biraz dinlen der Aslıya.

-Akşam yemeğinde Ahmetle buluşacağım,ama Prof.Simon da olacak mı bilmiyorum der Aslı.

-Pekela biz takipte olacağız,sen doğal davran yeter der Teğmen Perez.

Herkes ayağa kalkar ve gitmek için kapıya yönelirler,Ömer Aslıya sarılır ve

-Her şey yoluna girecek korkma der.

****

Ahmet saat tam 7'de gelmiş ve resepsiyondan Aslı'ya beklediğini haber vermelerini istemiştir.Ahmet'i lobide bekleyen Aslı,siyah askılı bir elbise giymiş,saçlarını ensesinde sıkı bir topuz yapmış ve sade ama çok şık küpeler takmıştır.Ahmet'e doğru ilerler.

-Merhaba ben hazırım der.

Gözlerini Aslıdan alamayan Ahmet,

-Hazırsan gidelim,çok güzel görünüyorsun der.

Üst katlar da bu konuşmaları dinleyen Teğmen Perez ve Erkin Amca Ömeri sakinleştirmeye çalışırlar,küpelere taktıkları verici sayesinde Aslının her yaptığından haberdar olacaklarını ve takip edeceklerini mikrofondan da konuşulanları kaydedeceklerini,ayrıca Teğmen Perezin adamlarının onları takip edeceklerini hatırlatarak,Ömer'e soğuk kanlı olmasını söylerler.

Bu sırada 1303 numaralı odanın kapısının önünde,kat görevlisi odanın kapısını açmaya çalışmaktadır....

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://halimcehikayeler.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://caytostayran.blogspot.com/

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 12)

Belki… teğmen Perez cümlesini tamamlayamadan kapı açıldı. Gelen…


Gelenler Erkin Amca ve Ömer’den başkası değildi. Simon’un evini arştırdıktan sonra Teğmen Perez Erkin amcayla iletişime geçmiş ve Aslı’nın yanında olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Ömer rahat bir soluk almıştı. Teğmen Perez ve Ömeri karşısında gören Aslı büyük bir mutlulukla Ömere sarıldı.

Aslı : “Ömer , senden habersiz kasayı açtığım için özür dilerim ama o kasanın içinde ne olduğunu bilmem gerekirdi. “

Ömer: “ Başına kötü bir şey gelebilirdi senin için çok endişendim. “

Teğmen Perez:”Aslı’ya her şeyi anlatım Ömer. Artık bir plan yapıp Sümer Tapınağına gidip, gezegenimize gitmeliyiz.

Erkin Amca: “ Simon ve Ahmet ortak çalışıyorlar. Aslı, Ahmet seni Simon’un evine bilerek yönlendirdi. Ama bir sonuç elde edemediler.

Aslı: “ Ahmet, üniversitene arkadaşımdı , onun bu işle bir ilgisi oldugunu asla düşünemzdim”

Teğmen Perez: Aslı ve Ömer artık geri dönüşümüz yok. Bu iş tehlikeli çok dikkatli olmalıyız. İstanbula gitmemiz gerekiyor. Ömer, İstanbulda eski evinizde gizli bir geçit var. Orada Sümer tapınağının içindeki bölme için anahtar gizli. O anahtarı aldıktan sonra, Güney Ira’ğa gideceğiz.

Bütün bunlar olurken Prof. Simon ve ekibi Aslı ve Ömeri aramaktadır. Prof. Simon henüz Aslı ve Ömer’in Teğmen Perezle buluştuklarını bilmemektedir. Ahmet ise Aslı ‘yı aramaktadır.

Aslı:” Ahmet, arıyor.”

Teğmen Perez: “Aslı, hiç bir şey olmamış gibi telefonu aç ve Prof. Simon’a ulaşamadığını söyle”

Ahmet: “Aslı merhaba, Prof. Simon’a ulaştın mı? “

Aslı: “Merhaba Ahmet, Prof. Evine gittim ama kendisi evde yoktu.”

Ahmet:” Gönderdiğin fotoğraflardan yeni bulgulara ulaştım ama bunlara İstanbul’a gelip konuşmamız lazım çok önemli”

Aslı (Biraz düşündükten sonra) İstanbul’a Salı günü gelecegini söyler.

Ahmet, telefonu kapattıktan sonra Prof. Simonu arar ve Aslı nın İstanbula gelecegini bildirir. Bunun üzerine Prof. Simon İstanbula gitmek için harekete geçer.

Teğmen Perez:” Hepberaber gitmemiz güvenlik açısından tehlikeli olacagından Ömer ve Erkin İstanbul’a Aslıdan bir gün önce gidip, eski evdeki anahtarı alın. Aslı yı uzaktan ben takip edecegim. Ahmet mutlaka Prof. Simona haber vermiştir. Ve Aslı nın azgından laf almaya çalışcaklardır. Ve Aslıyı takip edeceklerdir.

Erkin Amca ve Ömer İstanbul’a gelmiştir. Ömer ve Erkin Amca eski eve gidip, kitaplığın arkasındaki gizli bölmeyi bulup içeri girerler. Tapına için gerekli anhtarı alırlar.

Aslı ve Teğmen Perez ‘de artık İstanbuldadır…

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://narciceginindunyasi.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://halimcehikayeler.blogspot.com/

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 11)

Aslı ise telaşını teğmen Perez’e belli etmemeye çalışarak kafasında yüzlerce soru işareti ve hızla atan kalbine rağmen gülümsemeye çalıştı.


Mustafa, Prof. Simon’un evine Aslı gelmeden ulaşmış olmanın verdiği bir rahatlamayla içeri girdi. Aslında hem o hem de Perez Aslı’nın Ahmet tarafından profesöre yönlendirildiğini anladıkları an harekete geçmişlerdi. Mustafa kimliğini saklamak zorundaydı, ama eğer teğmen Aslı’yı arabaya binmeye ikna edemeseydi Aslı’ya zarar gelmesi pahasına da olsa bir şekilde o günlüğün profesörün eline geçmesini engellemeliydi. “Neyse ki…” diye iç geçirdi eve girerken. Buraya kadar gelmişken Prof.Simon’la detaylı bir konuşma yapmalı ve neler biliyor öğrenmeli ve elindeki belgeleri yok etmeliyim, bunun için geç bile kaldım diye düşündü. Kapıyı açıp içeri girdiğinde Prof.Simon bir dünya haritasının üzerindeki çeşitli noktalara düştüğü notlara yenilerini eklemekle meşguldü. Kapının açıldığını duyunca arkasına döndü ve önce o eski ayakkabıları gördü, evine sessizce ve izinsiz giren adamı süzmeye başladı. Uzun boylu, zayıf, kavruk tenli, eski kahverengi bir ceket giymiş, hani arkadan görse dikkatini bile çekmeyecek bu adamın gözlerindeki o adeta hipnotize edici bakışlar ve yüzündeki sol gözünün hemen yanındaki üç noktanın oluşturduğu üçgeni görür görmez gözleri hayret ve korkuyla açıldı.

Aslı çocukluğuna ait bir hatıra olan teğmen Perez’in yanında sessizce oturmuş onun anlatacaklarını dinlemek için sabırsızlanıyordu. Perez, eve kadar sabretmelisin dedi. Anlatacaklarım çok önemli. Oysa Aslı’nın kafası çok karışıktı, zihni sorularla doluydu kime güveneceğini bilemiyordu. Teğmen Perez bunca yıl sonra, tam da bugün niye ortaya çıkmıştı? Ömer’in hayatındaki bu sırla ilgisi neydi? Bir ara aklından ışıklarda durduğunda arabadan inip hızla oradan uzaklaşmak geçti. Yüzlerce düşünce kafasından geçerken birden avuçlarındaki yeşil kurdele parçasının sıcaklığını hissetti. Yeşil kurdeleyi kendisine hediye eden anneannesi geldi aklına, çocukluğunu düşündü, annesini, babasını, ailesine küsüp anneannesinin yanına kaçtığı günleri hatırladı. Anneannesini ne çok severdi, pamuk ninesiydi onun. Pamuk ninesini düşününce birden kendini çocukluğundaki gibi güvende hissetti ve gülümsedi. Farklı bir şey vardı pamuk ninesinde, etrafına yaydığı bir huzur dalgası vardı sanki. Onun evinde kimse sesini yükseltmez, küs girenler barışır, sanki pamuk nine etrafına huzur yayardı. Aslı kendini çok mutlu ve güvende hissederdi onun yanında. Aynı huzuru Ömer’in yanında da bulduğunu ve Ömer’le birlikte olmak için belki de bu yüzden bu kadar çaba harcadığını düşündü. Her şeyini bırakıp gelmişti Viyana’ya ve yıllardır dönmemişti ülkesine, hatta çok sevdiği pamuk ninesinin cenazesine bile gidememişti.

Aslı artık kendini güvende hissediyordu, teğmen Perez’e karşı duyduğu şüpheler sanki birden yok olmuştu. Sihirli bir el gelmiş ve Aslı’nın yüreğindeki şüphenin yerine sınırsız bir güven yerleştirmişti. Aslı ninesini, Ömer’i, annesini düşünürken araba durdu, Perez geldiklerini söyledi. Aslı Perez’in sesiyle kendine geldiğinde şehir dışında eski bir apartmanın önünde arabanın durduğunu gördü. Perez’in arkasından asansöre bindi, asansörde derin bir sessizlik vardı. Perez apartman dairesinin kapısını açıp içeri girdiklerinde Aslı gözlerine inanamadı, beklediği eski bir apartman dairesi ve birkaç eşyaydı. Gördükleriyse duvarlara asılmış çeşitli haritalar, gezegen maketleri, bilgisayarlar, masaların üzerinde kağıt yığınları ve devasa bir teleskop…Şaşkınlıkla teğmen Perez’e döndüğünde ilk kez yüzüne dikkatle baktı ve sol gözünün kenarındaki dövmeye benzer üçgeni gördü. İşte o an teğmene niye güven duyduğunu anladı, çünkü aynı işaretten anneannesinde de vardı. Perez, kahve yapmak için mutfağa geçtiğinde Aslı üzerinde çeşitli işaretler olan dünya haritasını incelemeye başladı. Dünya haritasının hemen yanında ise bir yıldız haritası vardı.

Ömer ve Erkin Amca, Prof.Simon'un evine vardılar; kapının açık, her yerin dağınık olduğunu, evde kimsenin olmadığını görünce, şaşkınlık ve korkuyla birbirlerine baktılar. Duvarda asılı olan harita yer yer parçalanmış, kağıtlar yerlere saçılmıştı. Erkin Amca haritanın üzerinde elini gezdirdi, Ömer’e dönerek “Mustafa” dedi. Ömer birden Mustafa’nın ona okul bahçesinde içinde babasının veda mektubu olan sarı zarfı verdiği anı anımsadı. Mustafa’nın adını tekrar duymak, babasının ölümüyle birlikte alt üst olan yaşamını ve çocuk yaşında üstlenmek zorunda kaldığı ağır sorumluluğu anımsattı. Yüreğinden bir öfke fırtınası geçti. Erkin Amca ona dönerek “Öfken yanlış kişiye oğlum, babanın ölümü halinde sana ulaştırılmasını istediği mektubu vermek görevi o zaman Mustafa’ya verilmişti. Duygularını doğru kanalize etmeyi öğrenmelisin. Mustafa bize not bırakmış.” dedi ve haritayı gösterdi. Ömer haritaya baktı ve derin bir nefes aldı. Aslı güvendeydi.

Teğmen Perez elinde kahve fincanlarıyla odaya geri döndüğünde Aslı’dan koltuğa oturmasını rica etti ve sakin, ikna edici bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

- Şimdi duyacaklarını sana anlatıp anlatmamak konusunda uzun süredir kararsızdık.

- Çoğul konuştunuz?

- Evet Erkin ve ben uzun zamandır seni ve Ömer’i koruyor ve takip ediyoruz. Babasının bıraktığı günlük ve şifrelere ilişkin biz de uzun zamandır çalışıyoruz.

Aslı öfkeyle çantasını açtı ve içinden çıkardığı günlüğü masaya fırlattı.

- Ne var bu günlükte Allah aşkına. Bir takım yazılar, şekiller, haritalar…Nedir bunu bu kadar değerli kılan diye haykırdı.

Teğmen Perez kahvesinden bir yudum içti ve derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

- Bu sır yüzyıllar öncesinden bugüne kadar bizler tarafından korundu. Dünya kurulduğunda insanoğlu son derece ilkel koşullarda yaşıyordu, sonra biz geldik.

- Siz kim? diye sordu Aslı.

- Belki Mu kıtasına ilişkin efsaneleri, Mayalar’ı, İnkaları duymuşsundur. Dedi teğmen Perez.

- Evet evin heryeri bu uygarlıkları anlatan kitaplarla dolu, Ömer bu konularda çok fazla okur.

Teğmen Perez ayağa kalktı ve duvarda asılı tahtaya yarım bir daire, altında bir yıldız ve hemen sol tarafına da bir üçgen çizdi, çizdiği şeklin hemen yanında ayakta durarak anlatmaya başladı. Aslı gözlerine inanamadı, bu üçgen teğmen Perez’in sol gözünün kenarındaki dövmeye benziyordu.

Bu sembol eski Mısır hiyerogliflerinde bulunan Sirius yıldızını göstermektedir. Ayrıca pek çok Maya ve İnka tapınağında da Sirius Yıldızı’nın adı geçmektedir. Tek tanrılı dinlerde de adı sıkça geçmektedir. Kuran’ı Kerim’de NECM suresinin 49.cu ayetinde [ Şİ'RA YILDIZININ DA RABBİ O' dur.] denmektedir. Burada bahsedilen Şİ'RA yıldızı, Gökyüzünün en parlak yıldızı olan SİRİUS Yıldızıdır. Yani Dünya'yı koruyan-gözeten, Dünya İnsanlarını yetiştiren-bilinçlendiren-kotlayan-denetleyen Rabsal ve Ruhsal Hiyerarşinin Merkezi olan SİRİUS' un ve oradaki Varlıkların dahi Rab' lerinin olduğu ve Bunun ALLAH olduğu gerçeği açıklanmaktadır.

Aslı şaşkınlıkla, adeta nefes almadan dinliyordu. Perez devam etti.

İşte Dünya ilk kurulduğu zamanlarda Sirius Yıldız Sistemi’ndeki gezegenimizden bir grup olarak bizler Dünya’nıza geldik ve yeni bir medeniyet kurduk. Ancak insanoğlu hırsına yenik düştü ve bizleri yok etmek istedi. Gezegenimizin ileri gelenleri Dünya’yı terk etme kararı aldılar, Dünya’yı korumak ve yeryüzündeki dengeyi sağlamak amacıyla belirli sayıda nöbetçi bıraktılar. Irkımız zaman içinde kromozomlarda meydana gelen birleşmeler sonrası genetik olarak bozuldu ve giderek azalmaya başladık. Biz azaldıkça Dünya’ya kaos hakim olmaya başladı, savaşlar arttı. Bazılarımız güçlerinin hiç farkına varmadan yaşadı, tıpkı anneannen gibi.

Aslı adeta çığlık atarcasına pamuk ninem diye haykırdı. Teğmen Perez Aslı’nın gözlerinin içine bakarak,

-Sakin ol, sana duyacaklarının çok önemli olduğunu söylemiştim. Ömer’in babası gezegenimize giden yolu gösteren yıldız kapısının yerini ve sırrını saklayan emanetçilerden biriydi. İşte bu yüzden de öldürüldü. Yıldız kapısının Güney Irak’ta bir Sümer Tapınağında olduğunu sanıyoruz. Ama henüz Papirüs’ün sırrını çözemedik. Belki… teğmen Perez cümlesini tamamlayamadan kapı açıldı. Gelen…

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://nbkarakitap.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://narciceginindunyasi.blogspot.com/

 

13 Kasım 2010 Cumartesi

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 10)

Ömer ve Erkin amca,profesör Simon'un evine vardılar ve kapının açık, her yerin dağınık olduğunu,

evde kimsenin olmadığını görünce, şaşkınlık ve korkuyla birbirlerine baktılar.

*

Aslı 'bugün o gün' deyip evden çıktı.Serin ve yağmurlu hava yüzünü yaladı.Bir an için eve dönüp, belgeleri
yerine koymayı düşünse de, yıllardır kasada saklanan bu belgelerin esrarının çözülmesini, kocasının
o çok sevdiği gözlerinde,en mutlu anlarında bile oluşan kara bulutların dağılmasını her şeyden çok istiyordu,
artık. Bu nedenle şimdiye kadar ondan hiç bir şey saklamadığı Ömer'e bir anlamda ihanet ederek belgeleri
almıştı.
Sabahın erken saatleri olduğu halde,trafik çok yoğundu.Yoldan geçen taksiye işaret etti.Taksi durmadan,
üstelik pantolon paçalarını ıslatacak kadar hızla geçmişti.'ne zaman yağmur yağsa, taksi bulmak zorlaşıyor' diye düşünüp, geçen her taksiye işaret ediyordu. Sonunda taksinin biri durdu.Bıkkınlıkla bindi taksiye, adresi şoföre verip, koltuğa gömüldü.

Öğrenciliğinde ona uğur getirdiğine inandığı yeşil kurdeladan kesilmiş parçayı çantasından çıkartıp,avucunun içine aldı.
Bugün de uğura ihtiyacı olacaktı.Yeşil kurdelayla oynadıkça, annesinin ördüğü uzun saçları geldi aklına,annesini nasıl özlediğini düşündü, Ömer Türkiye'ye gitmemek için her yıl çeşitli bahaneler buluyordu.'Bu yaz mutlaka gitmeliyim Türkiye'ye, Ömer gelmese bile' diye geçirdi aklından.

Taksi kırmızı ışıkta durunca, daldığı hayallerden gerçeğe döndü.Bir yandan belgeleri,özellikle defterde yazılanları ölesiye merak ediyor,bu sır perdesinin hayatlarından kalkmasını istiyor,öte yandan Prof.Simon'un evine bu kadar yaklaşmışken, hala 'yaptığım doğru mu?' diye tereddüt ediyordu. 'Biraz daha düşünmeliyim' diye sokağa girince taksiden inip,yürümeye başladı. Artık evi görebiliyordu, merak, korku, heyecan, duyguları karmakarışıktı.

Tam bu sırada yanında duran arabadan birinin 'Aslı' diye seslendiğini duydu. Arabanın arka koltuğunda oturan,bu hiç tanımadığ, yaşlı adama korkuyla bakarken,bir yandan da çantasına sıkıca sarılmıştı.

Adam kapıyı açtı, arabadan indi, elini uzatıp,

- Ben teğmen Perez Villagrasa, diye kendini tanıttı.

Aslı için bu isim bir şey ifade etmiyordu,ama ardından adamın söylediği 'Hakan Binboğa' adı Aslı'yı durdurmaya yetti.
 Teğmen Perez, Hakan Binboğa'nın ölümüne tanık olduğunu,"şifre","oğlum","istanbul" sözlerinin anlamını ve ölümün sır perdesini aralamak için tüm hayatını harcadığını ve mutlaka konuşmaları gerektiğini söylüyordu.

Şimdi hayal meyal de olsa, teğmen Perez'in cenazeye refakat edişini, Ömer'e şefkatle bakışını hatırladı.O yıllarda Hakan Binboğa'nın ölümünü araştıran ve Ömer'in ihtiyaç duyduğu zaman arayabileceği bir kişi diye konuşulmuştu.

Bunca yıl sonra bu şekilde karşılaşmaları, teğmenin söyledikleri şaşırttı Aslı'yı. Ama bir an önce Prof.Simon ile buluşmak istiyordu.
Derin bir nefes alıp,etrafına bakındı, tam konuşma önerisini reddetmek üzereydi ki, Prof.Simon'un kapısında asla unutmayacağı bir yüzü gördü.
Bu yıllardır kabusu olan,okula paketi getiren kahverengi ceketli adamdan başkası değildi.Yaşlanmıştı ama, Aslı bu yüzü nerede olsa hemen tanırdı.

Aceleyle arabanın kapısını açıp, kendini arabaya attı. Aslı'yı böylesine telaşlandıran şeyin ne olduğunu merak etse de, konuşmayı kabul etmesi sevindirdi teğmen Perez'i.

Aslı ise...........

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://cepaynasi.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://nbkarakitap.blogspot.com/

12 Kasım 2010 Cuma

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 9)

Ömer yanaklarında duyduğu acıyla uyandı.


- Aslı? ……….Aslı?

- Ömer, oğlum iyi misin? Seni yerde baygın yatar halde buldum. Neler oldu? Aslı nerede?

- İyiyim Erkin Amca? Gözüm karardı birden, bayılmış olmalıyım. Saat kaç?

- Birbuçuk civarı. Kapıyı çaldım kimse açmayınca anahtarımla girdim, sonra seni yerde baygın halde buldum, neler oluyor, nasılsın şimdi, Aslı’yı da aradım ama telefonu kapalıydı?

Ömer telaşla doğruldu ve kasanın yanına geldi.

- Ben iyiyim Erkin Amca. Acele etmeliyiz, sanırım Aslı kasayı açmış ve içindekileri almış.

Ömer odanın içinde hızlı hızlı bir o tarafa bir bu tarafa yürüyordu.

-Yıllarca onu bu konudan uzak tutmaya çalıştım. Onun bütün bunlardan haberi olmamalı Erkin Amca beni anlıyor musun, bu işlere karışmamalı, başının derde girmesini istemiyorum, ya ona bir şey olursa ben ne yaparım, ah Aslı, neden, neden açtın kasayı?

- Ömer sakin ol oğlum, bulacağız onu, merak etme?

- Hemen bulmalıyız amca, elindekileri kimseye göstermeden bulmalıyız hem de, yoksa çok geç olur, biliyorsun yıllardır üzerinde çalışılan gizli bilgiler mevcut o belgelerde, yanlış ellere geçmemeli.

- Aslı bu belgeleri kime götürmüş olabilir bir fikrin var mı Ömer?

- Bilmiyorum ama Aslı’nın e-maillerine bakacağım, belki oradan bir şey bulabilirim.

Ömer, hayatlarının sürekli tehlikede olduğunu bildiğinden çok dikkatli bir yaşam sürmeye özen gösteriyor bunu da Aslı’ya hissettirmemeye çalışıyordu. Aslı’nın e-mail şifrelerini de bu yüzden gizlice öğrenmişti.

Aslı’nın e-maillerine göz atarken Ahmet’le olan yazışmaları gördü. Heyecanla,

- Buldum Erkin Amca, Aslı belgelerin fotoğrafını Ahmet’e göndermiş. Üniversitedeyken arkadaş grubundan biriydi Ahmet. Yıllardır görüşmüyorlar, ben de hiç tanışmadım. Adı Ahmet Seferoğlu.

- Bizimkileri arayıp hemen soruşturalım Ahmet’i,

dedi Erkin Amca ve hemen telefonuna sarıldı.

- Selim merhaba, bana çok acil Ahmet Seferoğlu’yla ilgili bir araştırma yapmanı istiyorum. Viyana Üniversitesi Dünya Tarihi bölümü mezunu. Bekliyorum….. Evet, evet anlıyorum, demek Profesör Simon’la yakın dostlar, bana hemen adresini de ver, evet biliyorum orayı, tamam.

Ömer, merakla bekliyordu Erkin Amca’nın öğrendiklerini duymayı, bir yandan da sürekli evin içinde koşuşturuyor raporlarını topluyor ve sırt çantasının içine alelacele yerleştiriyordu.

Erkin Amca,

- Hemen çıkalım Ömer, dedi evi hızla terk ettiler.

Arabayı Erkin Amca kullanıyordu, Ömer merak içinde,

- Nereye gidiyoruz amca, Ahmet kimmiş? dedi.

- Tam düşündüğüm gibi, Ahmet “Onlardanmış”, yıllardır bu bilgilerin peşindeler, biliyorsun bizler bu belgeleri korumakla görevliyiz, asırlardır devam eden bir görev bu.

Ömer’in, kalbi küt küt atıyor, kesik kesik nefes alıp verirken, Aslı’yı aklından hiç çıkaramıyordu. Aslı’nın tehlikede olabileceği fikri ve çaresizlik onu yiyip bitiriyordu.

-Erkin Amca, babamın belgelerini çocukluğumdan beri koruyorum. Babamın görevini devir aldığım günden beri de bahsettiğiniz şifreler üzerinde çalışmalarımı yapıyorum. Gazete kupürlerinde ki 72 Model Mercedes’in nerede olduğunu dün tespit ettik ve şasi numarasını aldık. Babam o arabayı özel olarak yaptırmış, kendisine bir şey olması durumunda şasi numarasına ulaşmamızı istemiş, ama gazetelerdeki bu şifreyi yeni çözdüğümüz için bu kadar yıl boyunca araba sürekli el değiştirmiş. Neyse ki bulabildik. Tam tahmin ettiğimiz gibi bu numaraları bu sabah yıldız haritasına yüklediğimde kadim belgelerde işaretlenmiş gezegenin koordinatları olduğunu tespit ettik. Arabayı hemen yok etmiştik. Gazete kupürlerinin şifresini çözseler bile bu bilgiyle bir yere varamazlar.

- Bunun bir önemi yok Ömer, asıl önemli olan babanın çalışma defteri, binlerce yıl önce bulunan o papirüsteki İbranice yazılmış yazıyı asırlardır kimse çözemedi. Babanın yaptığı araştırmalarla yeni bir bilgiye ulaşmıştık. Eğer bu defter onların eline geçerse, bu bilgiyi öğrenmeleri an meselesi. Ahmet, Aslı’yı kesin Simon’a yönlendirmiştir. Profesör Simon “Onlar” adına çalışıyor.

Ömer ve Erkin Amca, Profesör Simon’un evine vardılar ve…………

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://sanatnotlari.blogspot.com/
Sıra Kimde:  http://cepaynasi.blogspot.com/

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 8)

"Bugün o gün" dedi içinden Aslı. Kafasında birçok düşünce dolaşıyordu uzun süredir, sevdiği adam uğruna bir maceraya atılmış, çocukluk aşkı Ömer'in peşinden ülke ülke gezmiş ve en sonunda evlenmek için Viyana'da master ayarlamış ve buraya yerleşmişti. 20 yıl öncesini dün gibi hatırlıyordu, gördüğü uzun boylu adamı, elindeki sarı zardı kendi öğretmenlerine verişini, öğretmenin Ömer'i çağırmasını ve Ömer'in bir anda deliler gibi koşmasını. Belki de o andan itibaren aşık olmuştu bu adama. Hayatında bir dönüm noktasıydı o gün, hem kendisi için hem de Ömer için.


Yıllar boyunca bu konu hakkında fazla konuşmamışlardı. Bu konuyu konuşmak istediklerinde Ömer'in yüzündeki acıyı hissediyor, bu yüzden çok fazla üstelemiyordu.Sadece Ömer'in İstanbul'da tehlikede olacağı için taşınması gerektiğini, babasının ona bazı belgeler bıraktığını biliyordu. Ama Aslı kararlıydı; onları bu derece derinden etkileyen bu görevin ne olduğunu araştıracaktı. Ömer'in tüm belgeleri kasada tuttuğunu ve şifreyi onunla bile paylaşmadığını biliyordu. Ömer'in evde olmadığı bir gün, kasayı açmaya karar verdi, önce kendi doğumgünü tarihini denedi kombinasyon olarak ancak kasa açılmadı. Daha sonra düşündüğünde Ömer için hayatının dönüm noktası olan 20 sene önceki o günü hatırladı ve tarih olarak onu deneyince kasanın tık ettiğini gördü. Artık o çok merak ettiği belgeler elindeydi, gazete küpürleri bazı fotoğraflar,notlar, yemek tarifi ve bir de bilmediği dilde yazılmış bir günlük buldu. Şimdi ne yapacaktı? Bunları kasadan alıp yerine koymazsa Ömer'in fark edeceğini biliyordu, acele bir şekilde cep telefonuyla bazı belgelerin fotoğraflarını çekti ve sonra belgeleri yerine koyup kasayı kitledi.

Sonraki günlerde Aslı yaptığından büyük pişmanlık duymuştu, daha önce görevi araştırmak için istekli olduğu halde, kasayı gizlice açtığı için kocasının ona olan güveninin sarsılacağını düşündü. Bir süre hiçbir şey yapamadı, bir yandan da içi içini yiyordu. Sonunda bir gün işyerinde otururken üniversiteden arkadaşı Ahmet'le çektiği fotoğrafları paylaşmaya karar verdi. "Sevgili Ahmet" diye başladığı e-postasında cep telefonundan çektiği fotoğrafları ekledi, bu belgeleri bir yerlerden bulduğunu ama ne olduğunu bilmediğini anlattı. Ömer'den ve babasından hiç bahsetmedi. E-postayı göndermeden önce bir tereddüt etse de doğrusunun bu olduğuna karar verip "Gönder" tuşuna bastı.

Ahmet üniversitedeyken Aslı'nın en iyi anlaştığı insanlardan biriydi üstelik bilgisayardan ve özellikle kriptolojiden çok iyi anlardı. Üstelik sanal dünyada bilinen bir insan olduğu için bağlantıları çok kuvvetliydi, sadece Türkiye'den değil yurtdışında da bir çok insanı tanıyordu. Uzun zamandır Aslı'dan haber almıyordu, bilgisayarını açıp e-postalarını kontrol ettiğinde gönderen kısmında Aslı'nın adını görünce sevinmişti, üniversitedeyken birçok anısını paylaştığı arkadaşı sevdiği adam uğruna Viyana'ya gitmişti. "Hal hatır soracak herhalde" diye düşünürken, e-postada Aslı'nın bazı belgelerin ne anlama geldiğini anlamak için kendisinden yardım istediğini görünce çok şaşırdı. Ekteki dosyaları teker teker açtı; gazete küpürlerindeki tarihleri görünce hemen o gazetenin arşivine girip o sayıyı dikkatle incelemeye başladı, bir de yemek tarifi vardı eklerden birinde, yemek tarifinde bazı harfler yuvarlak içine alınmıştı. "İşte bir bilmeceyle" karşı karşıyayız diye düşündü. Gazete küpürlerinde hep seri ilanlar vardı, küpürler farklı tarihlerde olmasına rağmen biraz inceleyince hepsinin bir ortak noktası olduğunu gördü; 72 model bir Mercedes satılıktı. Daha sonra diğer ekte düzgün bir el yazısıyla yazılmış bir günlüğü gördü, dinler tarihine ilgisinden dolayı bunun İbranice olduğunu bir bakışta anlamıştı, ancak İbranicesi yazanları anlayacak kadar iyi değildi. Aslı'yı aradı, Aslı'nın sesi oldukça heyecanlı geliyordu, Ahmet'e bir şeyler bulup bulamadığını sordu, Ahmet de bir bağlantı bulduğunu ancak günlüğün tamamının çözülmesi gerektiğini, Viyana'daki Yahudi arkadaşı Simon'a güvenebileceğini söyledi. Aslı hemen Simon'un bilgilerini not etti.


Sabahları her zaman Ömer'den erken kalktığı için, kasayı bir kez daha açıp içindekileri aldı, sabah kocasına hiçbir şey olmamış gibi kahvaltısını hazırlayıp, kahvesini koymuştu. Evden çıkarken Ömer'e bir kez daha dönüp baktı, elinde Ahmet'ten aldığı adres "Bugün o gün" dedi.


Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://hepsidetay.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://sanatnotlari.blogspot.com/

11 Kasım 2010 Perşembe

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 7)

-20 sene sonra-


Çalan müzik sesiyle bir anda uyandı, kaç senedir bu şekilde uyanmaya alışmıştı, bir de mutfaktan gelen buram buram kahve kokusuyla. Ayaklarını sürüyerek önce mutfağa gitti, Aslı'nın yanağına bir öpücük kondurdu, Aslı ondan önce uyanmaya alışıktı ne de olsa dakik ve disiplinli bir kadındı, hatta giyinmiş, çok sevdiği parfümünü sıkmış işe gitmeye hazır vaziyette kocasının kalkmasını beklemişti günlük gazeteleri karıştırırken. Ömer kahvesinden koca bir yudum aldı, buzdolabının kapağını açarken gözüne ailesine ait geçmişten gelen fotoğraf ilişti, yine sızladı içi, yine düşündü "neden biz de her normal aile gibi olamadık, neden biz" diye.

Gazeteleri karıştırıp, Aslı' yı uğurladıktan sonra kahve fincanını alıp masasına oturdu, dosyalarını önüne aldı, kalemini aldı, içinde sıkıntıyla dünden yarım kalan raporuna devam etti. Aslı' ya belli etmemeye uğraşıyordu ama hala bir arpa boyu yol alamamıştı, evet o zarfı açtığından beri hayatları geri dönülemeyecek kadar değişmişti, ülkeden taşınmış, akrabalarını, arkadaşlarını, okulunu geride bırakmak zorunda kalmıştı, neyse ki tüm bunların üstüne Aslı' ya kavuştum diye düşündü, Aslı ile yıllarca mektuplaşmışlardı, ara sıra farklı ülkelerde buluşmuşlardı, ama Aslı master için Viyana' ya gelmeseydi belki de evlenemeyeceklerdi.

Nasıl da kötü davranmıştı çocukken Aslı'ya, şimdi arada bir anıp beraber gülseler de o yaşta Aslı'yı üzdüğü için kendine kızıyordu, o olmasaydı belki de babasının mektupta belirttiği karanlık güçlerce yetiştirilmiş, onlara hizmet veren bir zavallıya, bir haine dönüşmüştü.

Burda ilk zamanlar epey zorlanmışlardı annesiyle, yeni bir çevre, dil sorunu derken Erkin Amca çıkagelmiş, hayatlarını epey kolaylaştırmıştı. Babası onları Erkin Amca' ya emanet etmekle ona ne kadar güvendiğini göstermişti, onlar da ona güvenmekte bir sakınca görmemişlerdi. Babasının hayatından çıkmasıyla Erkin Amca' nın hayatına girmesi aynı döneme denk gelmişti, evet onu babası yerine koyamazdı ama amcası yerine pekala geçebilirdi. Bunu daha o meşhur zarfı açar açmaz anlamıştı, içinde babasının o hiç unutamadığı el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı, onu gözlerinden akan yaşlarla bir solukta okumuştu, babası öleceğini anlamıştı, onu ve annesini hayatta tek güvendiği dostu Erkin Amca' ya emanet ediyor, Viyanada kalacak yerlerinin hazır olduğunu, hayati öneme sahip o göreve Ömerin yetiştirileceğini ve Erkin Amca haricinde kimseye güvenmemeleri gerektiğini belirtiyordu.

O görev neydi, Ömer büyüyünceye kadar öğrenmeyi reddetti. Babasını sonsuz karanlığa göndermiş olan o görev her neyse ondan nefret etmeye hazırdı. Ama yıllar geçtikçe babasının boşu boşuna ölüp gitmiş olmasını istemedi, babasının başladığı işi devam ettirmeye karar verdi ve Erkin Amca' yı aradı. Hazırlık süreci böylelikle başlamış oldu.

Şimdi düşünüyordu da, zarflar ne kadar da altüst etmişti hayatlarını. Babasının kestiği gazete küpürleri, eski fotoğraflar, bir yemek tarifi(?), çeşitli notlar, en önemlisi İbranice yazılmış bir günlük. Babasının senelerce notlarını yazdığı, yol haritaları çizdiği o önemli defter.

Tüm bunları düşününce rapora olan dikkati dağıldı ve yıllardır özenle sakladıkları zarflara doğru gitti, amacı günlüğü bir kez daha karıştırmaktı, kasaya doğru giderken huzursuz bir düşünce geçti aklından, odaya girdiğinde kalbi sıkışmaya başladı, kasanın kapağı açıktı ve içi boştu, yere doğru düşerken ağzından çıkan tek kelime “Aslı” oldu.
 
Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://neoyle-neboyle.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://hepsidetay.blogspot.com/
 

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 6)

Sınıfı temizleyen görevli çocuklara aşinaydı aslında. Oğlu Süleyman ya da çocukların arasındaki adıyla “Sümüklü Sarı Süleyman” aynı sınıftaydı.
Kendisi yıllar önce ekmek parası uğruna Karadeniz kıyısındaki köyünden kalkıp okulda hademeliğe başlamış, Süleyman okul çağına gelince de onu yanına aldırmıştı. Oğlunun arkadaşları olduğu için bu sınıftakileri daha iyi tanır, daha çok severdi. Sıranın üstünde bulduğu resme bakıp sıranın altına koymadan önce “Bu Asli da bir garüp çocuk, bugün danismada görduğum kahverengu ceketlu sirik adamun resminu niye çizmiş ola ki” diye düşündü. Resmi koyduğu yerde Aslı’nın yanına alıp çiğnemeyi unuttuğu pembe sakız duruyordu. “Deli kiz” dedi Sümüklü Sarı Süleyman’ın babası, “çiğnemediğu sakizları niye hergun alip durur ki, mezun olana kadar topladiğum sakizlarla bakkal tükkanı açacağum bu giduşle”.


Bu esnada Aslı değil sakızı, dünyayı unutmuştu adeta. Tek amacı bir an önce Ömer ile konuşmaktı. Annesi omuz başında ayakta dikilirken Ömer’in karşısına çöküp yüzüne baktı. Yüzünde gördüğü yalnızca acı değildi, acının yanında korku, merak, heyecan ve yorgunluk da vardı. Aslı bilinçsizce zarfları almak istercesine ellerini Ömer’e doğru uzattı. Aldığı tepki sertti, zarfları göğsüne bastıran Ömer arkadaşını sertçe itti ve arkasını dönüp uzaklaşmak istedi. “Ömer” dedi Aslı çaresizce, “Sana yardım etmek istiyorum, konuşmalıyız”. Lakin cılız sesi ona ulaşamamıştı bile. Ömer’in tek amacı bir an önce eve gitmek ve sakin kafayla olanları düşünmekti.

Ömer evin kapısından girdiğinde avuçlarında zarflar, gözlerinde ise artık zapt edemediği gözyaşları vardı. Salona toplanmış kadınlı erkekli kalabalığı görmezden gelerek odasına doğru gidecekken aniden durdu. Görünüşte her şey bir cenaze evinde olması gerektiği gibiydi. Kanepede oturan gözleri kıpkırmızı annesi, yanında ağlayarak onu teselli etmeye çalışan birkaç akraba, ortada dolanan komşular, fısıldaşanlar, çaktırmadan dedikodu yapanlar. Bunların hepsi olağan görüntülerdi. Ama orada, pencerenin yanında, başları örtülü bir yandan dua edip bir yandan da esasında kendi ölenlerine ağlayan kadınların arasında ayrıksı bir gölge gördü; ince uzun, kahverengi bir gölge. Gölge onu fark edip de hareketlenirken Ömer kendini odasına atmış, kapıyı arkasından kilitlemişti bile.

Kalbi küt küt atan Ömer oda kapısına yaslanıp soluklarının normale dönmesini bekledi. Kapının önündeki ayak seslerini işitiyordu. Anahtarı kilitte bir kez daha döndürürken bir yandan da evdeki kalabalığın bu durumu fark etmemesine şaşmaktaydı, ne deyip de sızmıştı acaba taziye kalabalığına bu gölge. Kendisini Hakan Binboğa’nın çalışma arkadaşı olarak mı tanıtmıştı acaba? “Ah baba” dedi Ömer, “sana nasıl ihtiyacım var, neden gittin, neden beni bu dünyada yalnız bıraktın hem de omuzlarıma taşınması zor bir yük yükleyerek”. Birden aklına geldi: “Tabii ya” dedi, “Aslı, Aslı beni uyarmaya çalışıyordu galiba”. Çaresizdi, ikircikliydi, ne yapması gerektiğine bir türlü karar verememişti. “Neden konuşmasına izin vermedim ki” diye düşünerek pencereye yaklaştı, kulağı kapının önündeki ayak seslerindeydi. Tülün arkasından gördüğü şey birden kalbinin sevinçle atmasına sebep oldu, sokağın köşesinden annesini çekiştirerek hızlı adımlarla Aslı yaklaşıyordu.

Ömer kalbinin çarpıntısı kulaklarında atarken masaya bıraktığı zarflara yöneldi. Zarf elinde tekrar pencereye yanaştı, Aslı apartman kapısından içeriye girerken Ömer de elindeki zarfı açmaya koyuldu…

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://leylakdali.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://neoyle-neboyle.blogspot.com/
 

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 5)

Gemi limana ağır ağır yaklaşırken, Ömer yanında öğretmeni ile birlikte iskelede bekliyordu. Öğretmeni elini Ömer’in omuzuna koymuş, en az Ömer kadar heyecanlı ve tedirgindi ama belli etmemeye çalışıyordu. Aslı, resim defterine Ömer’i çizmeye başladı. Ama bunu yaparken sınıfının penceresinden dışarı bakıyor, kalemi kendiliğinden Ömer’in yüzünü resmetmeye devam ediyordu. Geminin uzun sireni tüm limanda yankılandı. Ömer bir adım ileri gidip omuzunu öğretmeninin elinden kurtardı ancak geri çekildi. Bu esnada Aslı’nın kaleminin ucu kırıldı.


Limanda Ömer’in babasının silah arkadaşları tam kıta hazır bekliyor ve arkadaşlarının cenazesini törenle teslim almak için hazır duruyorlardı. Ömer titrek bakışlarla onlara baktı. Hepsinin yüzünde üzgün bakışlar vardı. Cenaze arabası ışıklar içinde hazır bekliyor, komutanları bütün teslim alma işlerini çok hızlı olması gerektiği yönünde talimatlar yağdırıyordu. Aslı kaleminin ucunu açarken, izlediği okul bahçesinde Ömer’i koşarken gördü. Hızla ayağa kalktı ve hayal gördüğünü anlayıp sırasına oturdu. Ömer öğretmeninin yüzüne bakıp cenazenin başına gitmek istediğini söyledi.

Cenaze gemiden indirilirken, Ömer, Perez’in ağır adımlarla cenazeye eşlik ettiğini gördü. Onu tanımıyordu ama kendisini Perez’e çeken bir hisle doldu içi. Perez, ağır aksak yürürken gözleri bir yandan da Ömer’i arıyor, o kalabalığın içinde gördüğü bir sürü çocuğun içinde Ömer’i kestirmeye çalışıyordu. Ömer’i görmesi gecikmedi. Okulda kimliği belirsiz tuhaf adamın Ömer’e verdiği zarfı tutan çocuk Ömer’den başkası olamazdı. Aslı resme devam etti. Ömer’in yüzü resimde şekillenirken o hala resim kağıdına bakmıyor, dışarıyı izliyordu.

Perez yanındaki subaylarla birlikte Ömer’in yanına gitmeden önce cenaze limandaki bekleme odasına kondu. Ömer öğretmeniyle birlikte odaya doğru giderken öğretmeni Ömer için endişeli, Ömer ise güçlüydü. Dik ve mağrur adımlarla odaya gitti. Cenazenin başına hemen gitmedi. Odanın kapısının önüne gelince durdu. Öğretmeni de Ömer’in hemen arkasında durdu. Ömer elinde tuttuğu sarı zarfı olanca kuvvetiyle sıkmaya başladı. Aslı kalemine hakim olamıyor, çalan tenefüs zilini duymadan sınıfta olanca hızıyla Ömer’i resmetmeye devam ederken dışarıya bakıyordu.

Ömer arkasına döndü.

Öğretmenine odaya yalnız girmek istediğini söyledi. Öğretmeni önce bir adım öne gelip ona eşlik etmek istese de çaresizce başını salladı. Ömer odaya girdi.

Cenazeye sessizce yaklaştı. Elindeki zarf sıkılmaktan buruşmuş bir haldeydi. Bir süre heykel gibi durdu. Gözlerini yavaşça yerden kaldırıp cenazeye doğru bakmaya başladı. Aslı delirmiş gibiydi. Nefes almıyor ve resim kağıdına hiç bakmadan çiziyordu. Okulun bahçesine düşmeye başlayan yağmur damlalarını gördü. Kaleminin ucu bitmiş, Ömer’in resim kağıdındaki çehresi artık çizemeyen kalem yüzünden silik ve belli belirsiz bir halde oluşmaya başlamıştı.

Perez, elinde Hakan Binboğa’nın zarfı olduğu halde cenaze odasının önüne geldi. Ömer’in öğretmenini başıyla selamladıktan sonra çat pat türkçesi ile birşeyler söylemeye çalıştı. Öğretmen Ömer’in içeride olduğunu ve yalnız kalmak istediğini söyledi. Perez bir süre bekledikten sonra elinde zarf ile odaya girdi. Ömer cenaze ile fısıltılarla konuşurken yanına gelip durdu. Ömer Perez’i farketmemişti. Perez bir süre küçük çocuğu süzdü. Onun cesaret ve direncine gizliden gizliye bir hayranlık hissetti içinde. Sonra bozuk türkçesi ile birşeyler söylemek istedi ama Ömer’in onu duyamayacağından emindi. Elindeki zarfı cenazenin üzerine bırakarak çömeldi, Ömer’in omuzlarını tuttu ve ona çok güçlü bir çocuk olduğunu söyledi. Ardından odadan çıktı. Öğretmene bir kaç gün İstanbul’da kalacaklarını, Ömer’in ihtiyaç duyması halinde kendisini arayabileceklerini söyledi ve telefonunu verdi.

Ömer ikinci zarfı uzun bir süre bekledikten sonra eline aldı. Şimdi elinde iki zarf vardı. Aslı boğulurcasına derin bir nefes alıp kendine geldikten sonra kağıda baktı. Gördüğü yüze bir anlam veremedi. Yağmur sağanağa dönüştü. Ömer iki zarfı birden elinde sıkarken Aslı uzun uzun baktığı resim kağıdında oluşan yüzü tanıdı. Belli belirsiz bir çığlık atarak sırasından fırladı. Nöbetçi öğretmene koştu ve annesini aramasını istedi. Annesini okula çağırdı ve birlikte alelacele bir taksiye atlayıp limana gittiler. Ömer odadan çıkıp cenazenin askeri tören için cenaze arabasına konulmasını izlerken, okul dağılmıştı. Aslı annesiyle limana vardı. Ömer’in yanına koştu. Ömer iki zarf elinde heykel gibi dururken yanına gelip durdu. Sınıfı temizleyen görevli Aslı’nın sırasındaki resim kağıdını aldı ve sırasının altına koymadan önce resme baktı. Kağıttaki yüz Ömer’e ilk zarfı veren tuhaf adamdan başkası değildi....
 
Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://syrakuza.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://leylakdali.blogspot.com/

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 4)

Daha fazlasını göremiyordum ve zilin çalması için öyle sabırsızdım ki, birden omzumda hissettiğim bir el beni irkiltti. Dönüp baktığımda sıra arkadaşım Eda olduğunu gördüm. Dışarıya bakmaya o kadar dalmıştım ki, onu dinleyeyim diye öğretmenimizin beni uyarıp durduğunu bile fark etmemiştim. Öğretmen sınıfta sessizce durmamızı, acil bir durum için gitmesi gerektiğini, eğer diğer sınıfları rahatsız etmeden dersin bitmesini beklersek, yarınki derslerden birinde bizi okulun yanındaki oyuncaklara götüreceğini söyledi. Herkes çok sevindi. Ben de ilk anda sevindim, ama aklım acil işin ne olduğuna takılmıştı.


Koşarak öğretmenin yanına gittim.

“Öğretmenim, Ömer nerede?”

“Aslı’cığım, hadi sen şimdi resmine devam et. Ömer’le ben ilgileneceğim.”

“Hayır, ben onu çok merak ediyorum. O gelen adam kim? Ömer niye kaçıp duruyor, ağlıyor? Hâlbuki ben her şeyi dün nasıl yaptıysam öyle yapmış, bugünün de iyi geçmesini istemiştim. Ömer karnıma vurdu önceden, ama ben onun bir üzüntüsü var diye düşünüyorum hep. O yüzden de hiç kızmıyorum ona. Seviyorum ben onu. Merak da ediyorum. Çok sevdiğim peynirli maydanozlu sandviçimi bile onunla paylaşmak isterim. O gelen adam zarar vermez değil mi ona?” Bir solukta söylemiştim bunları. Öğretmenim şaşırmıştı. Omuzlarımdan tutup, masasına doğru yaklaştırdı beni. Ve sanki bir sır paylaşıyormuş gibi fısıldayarak:

“Madem bu kadar endişelendin arkadaşın için, o zaman sana söyleyeyim. O gelen adam onun babası. Tabii ki zarar vermez. “

“Hayır, onun babası değil o amca. Ben biliyorum Ömer’in babasını.”

“Bak, çok heyecanlandığın için sana bunu söyledim. Bırak gerisini büyükler düşünsün. Kafanı bunlarla yorma. Haydi, şimdi resminin başına.” deyip başımı da okşayarak, beni sırama doğru yöneltti.

-Aynı anlarda gemide-

Kaptan Fran Val ve teğmen Perez Villagrasa, asker selamıyla birbirlerinden ayrılırken, teğmenin aklında Türk subayın son sözleri vardı. Mallorca’nın Porto Cristo limanında gemiden ayrılan Perez’in, emanetiyle birlikte uzun bir yolculuğu vardı. Bayrağa sarılı tabutu Türkiye’ye ve ailesine ulaştırma görevini özellikle talep etmişti. “İstanbul” demiş olmasını yadırgamıyordu; Hakan Binboğa oralıydı. Kendi elleriyle hazırladığı paketin, cenazeden önce ailesine iletilmesine özen göstermişti. Çünkü Binboğa’nın kişisel eşyalarının arasından bulduğu notlarda, kendine bir şey olması durumunda, o zarfın belirtilen adrese acilen iletilmesi istenmişti. Son sözleriyle Perez’in bütün merakını uyandıran bu Türk subayın notlarını istemeden de olsa okumuştu. Çok sıkı olmasa da Binboğa ile ilişkilerinin iyi olması, onun son sözleri ve notlardaki ayrıntılar, bu insani görevde yer alması için yeterliydi. En çok da o küçük çocuğu merak ediyordu.

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://mugesandik.blogspot.com/ Sıra Kimde: http://syrakuza.blogspot.com/

10 Kasım 2010 Çarşamba

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 3)

Öğretmenimiz Ömer’in dersi kaçarak terk ettiğini görünce sanki bu durumu tahmin edermişcesine bize bakıp sarı zarfın içindeki kağıdı tekrar yerine koydu.
Ders zili çaldığında sınıftan ilk çıkan bendim.Ömer’i bulmak için önce kolidora sonra kantine baktım;ama o yoktu.Öğretmenim ise gayet sakindi. Sanırım Ömer’i ailesi almaya geldi diye düşündüm. Fakat öğretmenimiz ne kadar sakin olsa da yüzüne garip bir hüzün çökmüştü ve sanki okulda ki bir çok yetişkin acele bir haldeydi. Bu sır beni peşinden sürüklüyordu.
Halbuki dün okula gitmeden önce neler yaptıysam aynısını tekrar etmeliyimdim;ama Ömer? tüm bu koşuşturma? ve pakedin içinde ki sarı zarf?


O sıra zil çaldı ve derse girdik. Dersimiz resim olsa da ne çizebiliyordum nede öğretmenimi dinleyebiliyordum,gözüm hep boş kalmış Ömer’in sırasındaydı ve dalgındım.
Öğretmenim çizdiklerimi taşırdığımı söylese de ona mahçup bakmaktan başka hiçbir şekilde karşılık veremedim.Halbuki ben taşırarak çizmekten hoşlanırım.
Öğretmenim gidince kalemimi bırakıp pencereden dışarıyı izlemeye koyuldum ve tam o sıra okulun bahçesinde Ömer’i gördüm.Tahmin ettiğim gibi yanında ne bir ailesi nede bir yetişkin vardı. Öğretmenin elindeki pakette artık onun elindeydi. Paketi hangi sıra öğretmenden almıştı en ufak bir fikrim yoktu.
Koşmuş ve yakası açılmıştı. Hava sıcaktı ve bu yüzden ter içinde kalmıştı. Nerden geliyordu?
Kısa bir süre sonrada öğretmenime paketi getiren o tuhaf adam artık Ömer’in yanında belirmişti ve başını okşayarak ona şefkatle bakıyordu.

Ömer ise ona siyah kaşlarını çatarak ve kızgınlıkla karşılık verdi. Ona soru sorduğumda karnıma vuran bu çocuğa yine acımıştım. Ben bunları düşünüp dururken onlar ellerindeki paketi açıp içindeki şeyler için sanki tartışıp duruyorlardı.
Ömer birden ağlmaya başlayıp paketi yere fırlattı ve koşarak oradan kaçtı. Gözlerimi kısıp camı önlüğümün mendiliyle sildiğimde paketin arkasındaki adrese baktım ve düzgün olmayan bir yazıyla adresin, adresin altında da kocaman ‘’İstanbul’’ yazdığını gördüm.İstanbul’dan gelen bir paket ve içide ki sarı zarf…
Tuhaf adam yere dökülen kağıtları toplayıp paketin içine yerleştirdi,kahverengi ceketini düzeltti,çevresine baktı ve Ömer’in koştuğu yöne doğru yavaş ve kararlı adımlarla ilerlemeye başladı.
Daha fazlasını göremiyordum ve zilin çalması için öyle sabırsızdım ki birden omzumda hissettiğim bir el beni irkitti,dönüp baktığımda…
 
Öykümüzün Seyir Defteri
 

Yazan:  http://edaunturk.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://mugesandik.blogspot.com/

9 Kasım 2010 Salı

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 2)

Nereye goturuyor ayaklarim beni? Kapidan uzaklaşmaya çalışsam da bir şey beni yeniden oraya çekiyor. Nöbetçi öğretmenin “haydi sınıfa” emriyle irkilip yeniden okula doğru dönüyorum.

İki ders sonrasındaki teneffüste bahçede yürürken gözüm kapıya takılıyor. Danışmaya doğru yürüyen adam dikkatimi çekiyor. Kahverengi ceketli, çok uzun boylu ve etrafına bakarken neredeyse her şeyi görür gibi duran bir adam, danışmaya bir şeyler bırakıyor. Yavaş yavaş oraya yöneliyorum. Danışmadaki görevli “Tamam, Selim Tarhan’a” diyor. 4. sınıfların öğretmeni. Benim öğretmenim. Anlaşılan o tuhaf adam öğretmenime bir şeyler getirmiş. Ne olduğunu merak etsem de öğrenemeyeceğimi biliyorum.

Öğretmenim derse elinde kapıda gördüğüm o dosyayla geldi. Bize kitabımızı açıp beklememizi söyledi. Ellerinin titrediğini fark ettim. Bir şey onu sabırsızlandırıyordu. Bizi kitaplarımızla başbaşa bırakıp bir an önce elindekini açmak istiyordu. Paketin en dışındaki sarı zarfı açtı. Tam o anda gözlerim, dışarıda neler yaşadığını en çok merak ettiğim ama karnıma vurup kaçtığı için küs olduğumuz Ömer’e yöneldi. O da tıpkı öğretmenimiz gibi sabırsızca davranıyordu. Gelen paketin onunla ilgili olduğunu düşünmeye başladım. Bu sırada öğretmen zarfın içindekini çoktan görmüştü bile. Hiç beklemediğimiz bir şey oldu ve Ömer hızla kalkıp kendini kapıya attı. Ardına bile bakmadan koşarak kaçtı.

-22 saat önce, İstanbul’dan 2200 km uzakta Mallorca Kanalında bir gemi-

Kaptan Fran Val, pruvaya inip neler olduğuna bakmaya gittiğinde teğmen Perez Villagrasa’yı tüm askerleri bir araya getirip konuşma yaparken buldu. Uluslararası sularda bir askeri gemide cinayet işlenmişti ama 4’ü sivil 350 kişilik mürettebatta hiç kimsenin elinde katilin kim olduğuna dair bir kanıt yoktu.
4. kamarada eğitim görevlisi misafir Türk subay Hakan Binboğa, göğsünden vurulmuş halde yatarken onu teğmen bulmuştu. Adam son nefesini veriyordu.
Teğmen Villagrasa onun son üç kelimesini duyabildi:
Bu kelimelerden ilki “şifre” ikincisi, “oğlum” ve üçüncüsü de “İstanbul” olmuştu. Villagrasa’nın artık tüm hayatı bu üç kelimenin esrarını çözmekten ibaret olacaktı.

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://estarabi.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://edaunturk.blogspot.com/

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 1)

Ne kadar sıradan bir gün.

Annem, okula götürmem için beslenme çantama en sevdiğim peynirli, maydanozlu sandviçten hazırlarken; ben de radyoda saçma sapan bir çocuk programı dinliyorum.

Evden çıkmadan saçlarım örülecek ve yeşil kurdelem en düzgün haliyle saçıma takılacak. Tabii ki, canım annem tarafından.
Dün, okulda her şey yolunda gitti. Öğretmen hiç sinirli değildi, kimseye bağırıp çağırmadı. Bilemeyeceğim bir soru sormadı, utandırmadı beni.

Onun için dün okula gitmeden önce neler yaptıysam aynısını tekrar etmeliyim, bugün de. Mesela dün servise binmeden, bakkaldan aldığım pembe sakızın aynısını alıp, sonra montumun cebine atıp, çiğnemeyi unutmalıyım. Annem yine önlüğümün arkasındaki son düğmeyi iliklemeyi unutmalı. Unutmazsa da ilikletmem, huysuzluk edersem, vazgeçer hemen. Dün de peynirli, maydanozlu sandviç vardı, bugün de. Bu iyi haber.

Sehpanın üzerindeki bibloları ben düzeltiyorum, annem bozuyor. Oysa onlar öylece kalsalar bıraktığım gibi, her şey yolunda gidecek. Tek amacım, iyi geçen bir günü tekrar ederek, korktuğum her kötülükten kendimizi korumak. Anneme söyleyemiyorum bunu, inanmaz. Ama bugüne kadar her denediğimde oldu, neden inanmak istemez kimse bana?

Teneffüste, hep yanımda sessiz oturan çocuk bana bir tuhaf baktı. Nesi var acaba? Sorsam yine karnıma vurur diye korkuyorum. Çok tuhaf birisi, aslında biraz da acıyorum, kimse onunla konuşmuyor, diye.

Zil çaldı, sınıfa gireceğim ama nedense ayaklarım, beni tam ters istikamete, okulun bahçesine götürüyor. Kapı açık, normalde sıkı sıkı kapatırlar ama sanırım bugün çıkmam için açık bırakmışlar. Nereye goturuyor ayaklarim beni? Kapidan.........

Öykümüzün Seyir Defteri
Yazan: http://aslisin.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://estarabi.blogspot.com/

Öykümüzü Yazıyoruz (Yöntem)

Herkese merhaba,
Mesajlarınızı görünce çok sevindim, ve bu gruptan çıkacak bir hikayeyi okumak için şimdiden sabırsızlanıyorum; gerçi katılım sayısına bakınca ortaya bir roman bile çıkarabiliriz belki.

Yıllardır dizi bağımlısı olarak yaşayan, yeni bölümü izlemek için gün sayıp, hasbelkader kaçırdığım bölümü sabah ilk iş youtube'dan açan ben bu sene bu bağımlılığımı ortadan kaldırmış ve hiçbir diziye bağlı olmadan yaşamanın büyük huzurunu tatmıştım. Ama şimdi yenisini yaratmak üzereyiz galiba.

Sanırım böyle bir grubun yapacağı bu eğlenceli yazı dizisiyle kısa süreli de olsa yeni bir bağımlılık kazanacağım.

Şimdi, şu şekilde ilerleyelim derim.

Başlangıcı eğer izin verirseniz Aslı'nın yapmasını rica edeceğim http://aslisin.blogspot.com/
Blogundan takip edenler onun içten, sıcacık ve harika kurguları olan kısa öykülerini zaten bilirler. Bu yüzden kendisi de kabul ederse ondan, herhangi bir konuda bir başlangıç yapmasını isteyeceğim.

Daha sonra öykünün kalan noktasından ağağıdaki sırayla yazılarınızı mail adresime (ergun.sinem@gmail.com)göndermenizi rica ediyorum.

Elbette bugünden sonra da yeni katılım talebi olursa bundan mutluluk duyar onları da oyunumuza hemen dahil ederiz.

Genel Kurallar:

- Öyküyü heyecanlı ve merak seviyesi yüksek bir noktada bırakın, hatta cümleyi bitrmeyin,
- Hikayeyle bağlantılı yeni karakterler ekleyebilirsiniz,
- Herkes dilediği bir karaktere yoğunlaşabilir hikayeyi onunla ilgili derinleştirebilir,
- Hayalgücünüze sınır koymayın:)


Başlanıçtan sonraki yazım sıralaması şöyle, yani ilk http://aslisin.blogspot.com/



1)   http://estarabi.blogspot.com/
2)   http://edaunturk.blogspot.com/
3)   http://mugesandik.blogspot.com/
4)   http://syrakuza.blogspot.com/
5)   http://leylakdali.blogspot.com/
6)   http://neoyle-neboyle.blogspot.com/
7)   http://hepsidetay.blogspot.com/
8)   http://sanatnotlari.blogspot.com/
9)   http://cepaynasi.blogspot.com/
10) http://nbkarakitap.blogspot.com/
11) http://narciceginindunyasi.blogspot.com/
12) http://halimcehikayeler.blogspot.com/
13) http://caytostayran.blogspot.com/
14)http://lalvebenbuyurken.blogspot.com
15) http://stardustt.blogspot.com/

8 Kasım 2010 Pazartesi

Bizim Öykümüzü Yazıyoruz:)

5-6 yıl önce günlük bir sanal dergiyi takip ederdim büyük bir keyifle. Edebiyat dergisiydi ve herkese açık olduğu için isteyen öykü, şiir, deneme yazısı gönderebilirdi. Adı Kahve Molası, aslında hala aktif, ama ben bu alışkanlığımı henüz aktivize etmedim. O zamanda kaldı.
Kahve Molası o dönem interaktif ve eğlenceli bir oyun başlatmıştı. Editör bir öykü başlatıyor, karakterleri tanıtıp olay ağını örüyor ve heyecanlı bir noktada hatta cümlenin yarısında kesiyordu. Ertesi gün bir başka okuyucu bu hikayeye devam ediyor, kendi hayalgücü ve bakış açısıyla olayları bambaşka yöne kaydırıyordu. Birgün bir karakter üzerinde derinleşen öykü ertesi gün bir diğerine kayabiliyordu.
Hergün beklenmedik noktalara giden bu öyküyü okumak gerçekten çok hoştu.

Birde Beşpeşe diye bir roman çıktı o dönem. Murathan Mungan, Elif Şafak, Pınar Kür, Faruk Ulay, Celil Oker bu projeyi yaptılar.

Ben de acaba dedim kendi kendime, böyle birşeyi beraber yapsak çok eğlenceli olmaz mı.
Hiç öykü deneyimim yok, yazamam demeyin, sonuçta eğlencesine yapılan birşey olacak. Zaten herkesin yazacağı 300 kelime civarı birşey olur sanırım.

Rutin blog yazılarımızın biraz dışına çıkmaya ne dersiniz. O zaman şöyle yapıyoruz.
Katılmak isteyenler lütfen mesaj bırakın, ben sıralamayı bildireceğim ve sırası gelenin bölümünü ekleye ekleye yol alacağız.

Bu proje için beni yalnız bırakmazsınız değil mi:))))

Blood Simple - Coen Kardeşler

Texas'ta bir bar sahibi olan Marty, karısı Abby'nin barmen Ray'le ilişkisi olduğundan şühelenir ve bir dedektif tutar. Dedektif bu şüpheleri doğrulayan fotoğrafları getirince Marty dedektiften onları öldürmelerini ister.

Filmin konusun anlatmayı burada kesiyorum, çünkü elbette olaylar beklenmedik noktalara doğru yol alacak.

Coen Kardeşler sinema dünyasında farklı bir avantaja sahipler bana kalırsa. Filmlerini kendileri yazıp yönetiyorlar ve bunun için gerekli donanımı ayrı ayrı edinip güç birliği yapmışlar. Joel sinema eğitimi, Ethan ise felsefe eğitimi almış ve  Joel yönetmen, Ethan ise senarist olarak çalışıyor. Hatta film endüstrisinde onlara bir takma isim takmışlar "İki Kafalı Yönetmen", bunun sebebi her ikisinin de aynı bakış açısı ve anlayışa sahip olmaları.

Blood Simple (1984), kara film türünde ve Coen Kardeşlerin ilk filmi.
Fargo'nun habercisi gibi. Tahmin ediyorum dünyaca ünlü olmalarını sağlayan filmdir Fargo ya da benim ilk seyrettiğim filmleri belki de.
Kara film türünde sayılabilecek bir de "No Country for Old Man" i izlemiştim.
 
Üçünü bir ele alacak olursam Amerika'nın bomboş ve kurak arazileri üzerine kurulu eyaletlerinde vahşi batı yaşamının halen hüküm sürdüğü, hergün işlenen cinayetlerin kanıksandığı tekinsiz yerlerde geçiyor hikayeler.
 
Film boyunca gereksiz birçok cinayet işleniyor, insanlar korku dolu ve çaresiz. Para ve kıskançlık bu cinayetler için başlıca sebepler.
Yalnız Coen Kardeşlerin filmleri bir kovboy filmi tadında değil de daha çok absurd bir gizli komedi gibi işleniyor. İzleyici olayın bütününe hakimken filmdeki karakterler limitli bilgileriyle çok yanlış kararlar alıp ortalığı kana bulayıveriyorlar. İnsanlar çekirdek gibi harcanıyor, işn tuhafı bu kadar vahşetin içinde bir vijdan hesaplaşması da yaşanıyor.
Tek bir cümleyle anlatımı, evdeki hesanın çarşıya uymadığı hikayeler diyebilirim.
 
 
 
 
 
 

5 Kasım 2010 Cuma

Jim Jarmusch Filmleri 3 - Stranger Than Paradise

"Şiirler çok güzel, ama sayfada kalan boşluklar da yazılanlar kadar etkileyici. Tıpkı Miles Davis'in çalmadığı anlar gibi, çok dokunaklı." Jim Jarmusch


Takıldım bir yönetmenin peşine gidiyorum. Bunu hayatımda ilk kez yapıyorum, ama ilginç bir deneyim oluyor, filmleri izledikçe yönetmenle tanışıyormuş hissi yakalanıyor. Yazdığı hikayelerden onun hayat deneyimlerini çözümlemeye çalışmak, çekim tarzını bildiğim için hiçbir filminde yabancılık çekmemek, oyuncu kadrosu pek değişmediği için her filmde onlarla karşılaşıp mehabalaşmak çok hoşuma gitmeye başladı.
Şu an üçüncü filmini not alıyorum ama aslında filmografisinin yarısından fazlasını izledim bile, tembellikten yazamadım henüz.

Stranger Than Paradise (1984)
Oyuncular: John Lurie, Eszter Balint, Richard Edson
Tür: Absurd Komedi

Film üç ana bölümden oluşmakta.

İlk sahnede New York'ta küçük bir dairede yaşayan Willie'yi görürüz. Willie çoğu vaktini bu küçük odasını geçiriyor gibi gözüken, doğru dürüst bir işi olmayan, at yarışlarına meraklı biridir. Bir telefon sonucu Macaristan'da yaşayan kuzeni Eva'nın Clevland'a çalışmaya gideceğini ama 10 gün New York'ta Willie'de kalması gerektiğini öğrenir.
Bencil yaşamı ve küçücük odasında düzeninin bozulacağını düşünüp Eva geldiğinde ona hiç sıcak davranmaz. Ana dili Macarcayı bile konuşmaz onunla.
Dışarı çıktığında Eva'yı evde yalnız bırakır, yemek hazırlamaz, olabildiğince memnuniyetsizliğini belli eder.

Willie'nin arkadaşı Eddie, Eva'yı görünce arkadaşlık etmek ister, Willie'ye gittikleri at yarışlarına onu da çağırmayı teklif eder, ama Willie karşı çıkar.
Herşeye rağman, 10 gün sonunda evin içinde kuzeninin kanıksamaya başlayan Willie, kuzenini Clevland'a gönderirken içi burkulur.

İkinci sahnede, Willie ile Eddie bir kumar masasında görülür. Bir şekilde çok para kazanıp masadan sağ olarak ayrılmayı becerebilen iki kafadar arabayla evlerine dönerken bir karar alırlar.Eva'yı ziyarete hatta onu "kurtarmaya" Clevand'a gideceklerdir.
Yol boyunca araba içinde geçen zamana kesik kesik şahit oluruz.

Üçüncü bölümde Clevland'da Eva'yı da yanlarına alırlar ve paraları harcamak için Miami'ye gitmeye karar veririler. Yolda mola vermek için bir motelde kalırlar fakat talihin herbirine farklı oynadığı olaylarla bu seyahat fikri herkes için bir hayalkırıklığına dönüşür.

Notlar:

- Bu film, bağımsız film yapımcıları için büyük çığır açmış. 100 bin dolar gibi küçük bir bütçeyle çekilip cirosu 2.4 milyon dolar olmuş. Üstelik yönetmenin ikinci filmidir.

- Film yine ve pek tabi ki siyah beyaz çekilmiş, ve minimalist tarzda, üstelik oyuncular profesyonel değiller. (Gerçi John Lurie Jim Jarmusch'un bu dahil toplam üç filminde başrol olyanımıştır.)

- Elbetteki oyuncu John Lurie olunca film müzikleride ona ait oluyor. Bu filmde "I put a spell on you" diye bir şarkısı var, şahane mesela.

- Filmin sonu gerçekten içler acısı, yani tam bir absurd komedi.

- Yönetmenin bir takıntısı da her filminde bir devinimin olması, yani bir yol hikayesinin konuya yedirilmesi oluyor. Bu filmde de elbette bu sahneler var çekim tekniğiyle izleyiciye arka koltukta karakterlerle birlikte seyahat ediyormuş algısı yaratılıyor.

- Son olarak filmde geçen bir iki diyalog ekleyeciğim,  karakterleri biraz daha yakından tanıyabilmek için.

Willie hergün, hazır satılan ve ısıtılıp yenen yemekdolu bir tabak  ile beslenmektedir. Eva hayretle onu izler.
"Eva, stop bugging me, will you? You know, this is the way we eat in America. I got my meat, I got my potatoes, I got my vegetables, I got my dessert, and I don't even have to wash the dishes. "
"On TV dinners"



Willie, Eva'yla diyalog kurmaya çalışıyor:)
"Here, let me tell you a joke, all right? There's three guys, and they're walking down the street. One guy says to the other one, "Hey, your shoe's untied." He says, "I know that." And they walk... No... There's two guys, they're walking down the street, and one of them says to the other one, "Your shoe's untied." And the other guy says, "I know that." And they walk a couple blocks further, and they see a third friend, and he comes up and says, "Your shoe's untied." "Your shoe's un — " Aaah, I can't remember this joke. But it's good."

3 Kasım 2010 Çarşamba

Breath - Kim Ki-Duk

Kim Ki-Duk'tan yine duygusal fantazi yüklü bir film.
Kim Ki-Duk filmlerini kendi yazıp yönetiyor.
Çoğunlukla bana kitap okuyormuşum hissi veriyor.

Genelde çok dingin bir yapıda geçen hikayeler, sözsel iletişime fazla ağırlık vermeden durumların görsel tasvirleri yapılarak izleyicide algı yaratmaya yönelik oluyor.
Aşkın biçimlerini anlatıyor çoğu filminde. Değişik noktalardan ele alıyor.

Breath filminde de "Boş Ev" deki gibi mutsuz bir evliliğe sahip bir kadın baş kahraman var.

Haberlerde rastladığı idam mahkumu bir adama saplantılı şekilde bağlanmıştır. Adam idam edileceği günü beklerken korkusuna yenilip iki kere intihara yeltenmiş fakat hapishane yetkilileri tarafından hastaneye yetiştirilmiştir.
Kadın mutsuzluğunun etkisiyle bunalıp hiç tanımadığı bu adamı birgün hapishaneye ziyarete gider.

Öte yandan, idam mahkumu genç adam, üç ayrı mahkumla daracık ve bomboş bir hücrede kalmaktadır. Ve görürüz ki diğer bir hükümlü tarafından yakın ilgi görmektedir.

Kadının yaptığı ziyaretler biraz sıradışıdır. Kamera arkasından izleyen hapishane müdürü tarafından özel izin uygulamasıyla kadın her gelişinde görüşme odasını duvar kağıtlarıyla kaplayıp her seferinde bir mevsimi canlandırmakta, ayrıca getirdiği müzik çalar ile canlı olarak şarkı söylemektedir. Ayrılırken ise bir fotoğraf bırakmaktadır.

Adamın hücre arkadaşlarının bu durumdan duydukları kıskançlık, kadının kocasının bu saplantılı ilişkiyi keşfetmesi, ve bu sıradışı yaşanan aşk ile oluşan bu tuhaf durum enteresan bir kırılma noktası ile sonlanıyor.

Yönetmenin en önemli özelliklerinden biri de ilginç ve sıradışı sonlar hazırlamada başarılı oluşu. Bu filmde de yine böyle bir sahne izliyoruz.

Notlar:

- Filme de başlık olan "Nefes" pekçok anlam taşıyor filmde. Nefes almak yaşamın en temel gerekliliği ve farkında olmadan yaptığımız bir eylem. Nefes alışımız anlık duygularmıza göre ritm değiştirmekte. Stresli anlarımızda nefesimizi tutarız bilinçsizce veya kızgınken hızlı nefes alıp veririz örneğin.
Film de ise evliliğinde zor nefes alan ve adeta boğulan bir kadın var. Hapishane ziyaretleriyle kedine nefes alacak yapay bir ortam yaratıyor. İdam mahkumu ise küçük bir hücrede nefes almanın zorluğunu temsil ediyor adeta, üstelik son nefesini vereceği günü bekliyor. O da kadının yarattığı dünyada soluklanıyor. Ama filmin finali nefes'i önemli kılan bir başka boyut daha açıyor.
- Film genel olarak ağır tempoda geçiyor.

- Bu sefer filmde çarpıcı denebilecek müzikler yok, sadece filmin sonunda türkçeyede çevrilmiş bir şarkı var "karda zordur yürümek diye sözleri vardı, ismini hatırlayamadım şimdi:)

- İlginç olan bir başka durum ise ana karakter olan idam mahkumu hakkında derin bir bilgi verilmemesi, sadece bir diyalogda işlediği suçu öğreniyoruz, ne geçmişini ne de bugünkü duygularıyla ilgili hiçbir bilgi alamıyoruz.

- Aaaa bir de Uzak Doğu'daki hapishanelerde yatak dahi olmadığını yerde uyuduklarını anlamış bulunuyoruz.

İlginizi çekerse Kim Ki-Duk ve diğer filmleri ile ilgili bir yazıyı Ajanda'nın Kasım sayısı için hazırladım. Okumak için lütfen buraya tıklayın