31 Mayıs 2010 Pazartesi

Buluşmaya Çok Az Kaldı!!

Son hazırlıklarda tamamlandı. Artık gün sayıyoruz.
İşte dergimizin kapağı,
Sayfamızı ziyaret etmek için lütfen tıklayın

25 Mayıs 2010 Salı

AJANDA'nızı hazırlıyoruz!!!!

Bir süredir yazı yazamadım, bunun görünmez sorumluluğunu hergün hissettim açıkçası:))

Ama bir sebebi vardı, çünkü yaklaşık bir aydır başka birşey üzerinde çalışıyorum, daha doğrusu çalışıyoruz.

Biz bir grup girişimci ruh ortaya birşey çıkarma peşindeydik ve artık hayallerimizi herkesle paylaşma zamanı çok yaklaştı.

Bir dergi hazırlıyoruz, ne dergisi mi?

AJANDA

Eğenceli ve Kültürel Etkinlik Önerileri

Gezecek, okuyacak, seyredecek, deneyecek, değerlendirecek, ilginizi çekecek birçok şeyin olduğu bir dergi hazırladık, adını AJANDA koyduk!

AJANDA tam 1 AY boyunca ne yapmalı, nereye gitmeli, ne seyretmeli, ne okumalı gibi sorularınıza cevap bulacak, sizlere rehberlik edecek. Ayrıca kitap, film inceleme yazıları, röportajlar, ayın bloğu, yazı dizileri, fotoğrafçılık, dalış, çocuklarla aktiviteler, İstanbul’da turist olmak gibi türlü türlü ilgi çekici konular AJANDA’da.

Online kültür, sanat, etkinlik dergisi AJANDA ilk sayısı ile 1 Haziran 2010'da ajandadergi.blogspot.com da. Ücretsiz abone olabilir, indirebilir, kaydedebilir, bir ayı nasıl geçireceğinizi bizimle planlayabilirsiniz.

“1 Ay Garanti”

Dergiyi masaüstünüze indirin, 1 ay boyunca sıkılmadan okuyun!

Sizleri ilk sayımızı okumaya davet ediyoruz !

AJANDA Ekibi

13 Mayıs 2010 Perşembe

Bir bilen var mı? Atış serbest:)

Lost'un bitmesine pek birşey kalmadı, ama sorular eklenerek çoğalıyor. Açıklananlar ise zaten tahmin ettiğimiz şeyler.
Bu yazıda ben ne bir teori geliştiricem ne de özet geçicem artık kafa yormak istemiyorum, ama aklıma takılan da bir şey var beklemek de istemiyorum araştırmak da..

Beni bu zor durumdan kurtarmak isteyen bir cengaver varsa ve 15. bölümü seyrettiyse "source" denilen ışıklı geçidin neyin metaforu olduğunu düşünüyor söylesin.
İkizlere annelik yapan kadın o ışıkla ilglii şöyle dedi "herkesin içinde bir parça ondan var ama insanlar hep daha fazla istiyorlar"

Bu ne olabilir? Felsefe yapmak isteyen var mı? Ya da Freudien yaklaşmak isteyen.
Buyursunlar

10 Mayıs 2010 Pazartesi

IRON MAN 2 ve Süper Kahramanların Tarihçesi

Hatır için çiğ tavuk yemem ama Iron Man, Spider Man, X-Men ve bilimum çizgi roman kahramanlarının benzeşen hikayelerini seyrederim. Çünkü süper kahraman düşkünü eşim, zaman  zaman kendisinin bile beğenmediği bu filmlere zorla veya "bu seferki çok güzel" diye ikna ederek beni bu tip filmlere maruz bırakır sağolsun. Birde yılların birikimini aktarır ilgiyle. Şöyle ki, çizgi roman yayıncısı iki büyük şirket ve bunların ünlü serileri varmış.
Sonuçta çizgi roman ve süper kahramanlar ayrı bir kültür çeşidi ve fanları var. Aslında bu da bir çeşit tutku, ve çok da iyi getirisi olan bir sektör.

Şimdi bu iki yayıncı D.C. Comics ve Marvel Comics'in ve çizgi romanlarda süper kahramanların tarihçesi bana araştırmak ve aktarmak için bir konu oldu, aşağıda bir özet hazırladım ama önce Iron Man 2'den biraz bahsedeyim.

Yönetmen: Jon Favreau
Oyuncular: Robert Downey, Jr.,Mickey Rourke, Gwyneth Paltrow, Scarlett Johansson
Gösterim Yılı: Birincisi 2008, İkinicisi 2010

Birincisini de seyretmiştim alsında bu tip çizgi roman hikayelerinin arasında beğendiklerimden biri oldu sayılır. Çünkü en azından bunda süper özelliklere sahip kahraman kendini saklamıyor ve yaptığı zırhı barış için kullanacağını iddia ediyor böylelikle herkes onun kim olduğunu biliyor.

Birinci filmde ülkesi için teknoloji harikası silah ve füzeler üreten Stark Industries’in kurucu yöneticisi olan Tony Stark,  bir terörist grubun eline esir düşer ve kalbinin yanına bir şarapnel mermisinin saplanmasıyla hayatı tehlikeye girer. Kendisini esir alan terör grup tarafından gelişmiş silahlar üretmeye zorlanır. Ancak kendisini esaretten kurtaracak bir zırh imal eder ve kurtulur.
Artık tek isteği, kendisine insanüstü güçler ve fiziksel koruma sağlayacak çok gelişmiş bir zırh geliştirmektir.

İkinci bölümde ise bu zırhın bir silah olduğu ve devlete teslim edilmesi istenir kendisinden. Bu sırada babasının eski ortağının oğlu Ivan Vanko babasından kalma bilgilerle arc reactor'ü (yani yeni bir zırh) yapıp, Tony'e saldırır. Ivan yakalanır ve savaş cihazları üreticisi tarafından kaçırılıp zırhlardan seri olarak üretmesi için yardımı istenir.
Kısaca konusu böyle olan filmin tabiiki çok beklendik sahneleri vardı yine.Siyah tayt tulum giymiş seksi bir ajan kızımız göz açıp kapayıncaya kadar havada saltolar atarak ve kedi gibi yere düşerek bir düzine adamı etkisiz hale getirir, bilgisayarda 2 dakikada uygun kodları  yazarak sisteme hakim olur, bu sırada Ivan ve Iron Man'ın Monaco F1 yarışları sırasında kapışması ve daha sonrada yeni çakma Iron Man ordusunun Iron Man'i yok etme mücadelesi sırasında bu tür her filmde olduğu gibi, tüm şehir zarar görür. F1 yarışçılarının hepsi ya çarpışır, ya takla atar ve seyricilerin üzerine düşer.

Özellikle Spiderman'de çok dikkatimi çeker bu. Spider man ile diğer süper güç kapışıcam diye gökdelenler yıkıma uğrar, arabalar çarpışır, binalar yanar, ve illa biri gökdelenden düşer ve spiderman kavgayı bırakıp onu havada yakalar. Her yer zarar görür, ve Spiderman varoldukça anti kahramanlarda var olacağı için şehir sürekli bu tip kavagalara maruz kalır.

Yani diyeceğim o ki, günün sonunda süper kahraman vatana millete fayda değil bilakis zarar getirmektedir.

Iron Man 2 bittiğinde üçüncü bölümün geleceği sinyalleri verildi. Sevenlere duyurulur.


Çizgi romanlarda süper kahramanların tarihine baktığımızda ilk ve önemlisi olarak karşımıza Superman çıkar.  Superman ve Batman, Action Comics tarafından yaratılmış ama  II. Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda DC Comics ve Marvel gibi şirketlerle boy ölçüşemeyerek birçok karakterini bu şirketlere devretmek zorunda kalmıştır.
İlk Superman 1933 yılında yaratılmış kel bir karakterdir. Uzaydan üstün güçleri ile gelip dünyayı istila edecek bir kötü adam olarak düşünülmüştü ama Jerry Siegel ve Joe Shuster bu konsepti satamadılar. Haziran 1938'de "DC Comics #1" dergisinde Superman ilk defa halka sunuldu. Bu bildiğimiz Superman kostümünün tasarımı o zamanki sirklerde gösteri yapan "güçlü adam"ların giydiği gibi tayttır. Kostüm renkleri Amerikan bayrağına gönderme yapmak için mavi-kırmızıdır. Yıllar boyunca birçok kahramanın Batman dahil, kostümü değiştirilirken, Superman değişmez, değiştirilemez 71 yıl boyunca, çünkü o kostüm görsel olarak bir ifadedir.


1938'de göğsünde bir üçgen içinde adının baş harfi vardır. Bu üçgen Amerikan polis rozetine göndermedir. Tabii daha sonra bu yavaş yavaş şimdiki elmas şeklindeki "S" amblemine dönüşür.


Güçlerine gelince, giderek arttırılır. İlk başta sadece çok güçlü, ve hızlıdır, uçamaz, çok yükseğe zıplar. ama uçaklar hayatımıza girince, sıradan insan bile Superman'den hızlı hareket edebilir, uçabilir hale gelir. O zaman Superman'e uçma gücü verilir yazarları tarafından.Yani Superman'in güçleri teknolojinin gelişmesi ile artar


E.C. Comics Dönemi:  II. Dünya Savaşı sonrası  süper kahraman fantezi çizgi romanları popülerliklerini yitirdi. Onların yerine pulp edebiyatın kullandığı yetişkin temalar (suç, gerilim, korku, bilim kurgu) etrafında EC Comics önderliğinde yeni bir akım başladı. Fakat bu akım tutucu çevrelerden şiddetli bir tepkiyle karşılaştı. Senato soruşturmalarına dek varan bu süreç sonunda çizgi roman içeriklerine sert yasaklamalar getiren bir tür oto sansür mekanizması oluşturuldu. Bunun sonucunda bu tür çizgi romanlar ve türün önderi EC piyasadan silindi.

30'lı yıllar:

D.C. Comics Superman'ın başarısından sonra 1939'da Batman ile devam eder..

Marvel Comics ise (o dönem adı Timely Comics'dir) Namor’u yayınlar. Namor’un özelliği mitolojide sular altında kalan Atlantis’ten gelmesi ve insanlardan nefret etmesidir. Bir anlamda Namor çizgiroman tarihinin ilk anti-kahramanıdır. Namor ile başlayan atak Human-Torch  ile devam eder. Bu iki kahraman ayrı öykülerde yer almasına rağmen aralarındaki sürtüşme ve kavgalar onlara belli bir popülerlik sağlar.


Bunun yanında 30’lu yılların çizgiroman anlayışı ile günümüz anlayışı arasında ki en temel fark öykülerde süper kötülere yer olmamasıdır. Kahramanlar ya çılgın bilim adamlarıyla ya da bilidiğimiz suçlular ile karşılaşır.

Amerika’nın savaşa girişinden altı ay sonra Marvel evreninin en önemli karakterlerinden Kaptan Amerika yaratılır. Marvel'in başlıca çizerleri ise Stan Lee ve Jack Kirby'dir.


Çizgiromanda gümüş çağ


DC tarafından Superman, Batman, Harika Kadın, Hawkman, Flash, Martian Man ve Aquaman’i katılımı ile Amerika Adalet Birliği oluşur. Çizgiroman tarihinin ilk süper kahraman ekibini kuran DC 50’li yıllara damgasını vurur.

1961 yılında Marvel Comics,  DC ’nin Adalet Birliğine rakip olacak bir süper kahraman takımı yaratmak için kolları sıvar. Ortaya çıkan eser Fantastik Dörtlü‘dür.
Yeşil Dev Hulk, Şimsek tanrısı Thor, Örümcek Adam, İntikamcılar ve X-Men. Bu yayınların başarısı ile Marvel Pazar payını genişletir ve piyasada lider konumuna gelir.

Çizgiroman tarihinde Gümüş Çağ olarak adlandırılan dönem Jack Kirby’nin DC Comics’e geçmesi ile sona erer.

1970'li yıllar

1970’li yıllarda özellikle X-Men yazarı Chris Claremont ve Daredevil yazarı Frank Miller’ın çalışmaları ile Marvel pazarda liderliğini sürdürür. "Dark Phoneix Saga", "Days of Future Past" gibi yenilikçi ve en klasik X-men öyküleri hep Claremont zamanında yazılmıştır. Öyle ki kapatılması düşünülen X-Men serisi onlarca başka seriye ev sahipliği yapmıştır.(X-Factor, X-Force, Excalibur, Gen-X gibi ). Hatta son dönem Marvel editörlerinden Bob Harras: Yeni bir çizgiromanı yayına sokmanın en kolay yolu onu X-Men içinden başlatmak demiştir.


Şu an yönetmen koltuğunda oturduğu Sin-City ile kendinden bahsettiren Frank Miller ilk çıkışını Marvel için Daredevil’ı yazarken yapmıştır.

1990'lı Yıllar  

Marvel dikkat çekici çizerleri bünyesinde toplayarak  80’lerin sonunda da başarısını devam ettirir. Özellikle Mc Farlane tarafından yeniden düzenlenen Örümcek Adam ve unutulmaz düşmanı Venom’un maceraları Marvel’ı satışlarda zirveye fırlatır.
90’lı yılların başında Gümüş Çağı kapatan olay tekrar yaşanır. Yoğun editör baskısından bunalan bu ekip Marvel’dan ayrılıp Image Comics’i kurarlar ve sıradışı başarı kazanırlar.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Jules Verne'in bu kitabını biliyormuydunuz

Meğer Jules Verne Osmanlı döneminde geçen bir roman yazmış. Bilenler biliyordur tabii, ama ben yeni duydum.

Jules Verne bu romanını 1883'te yazmış. İki cilt olarak İthaki yayınlarından 3. baskısı 2008'de çıkmış. Annem benim çok seveceğimi düşünerek ikisini de bana almış ve hediye etti. Okumaya yeni başladım, bitirdiğim zaman detaylı olarak anlatırım.  Şimdilik sadece arka kapaktaki yazıları aktarıcam.

Osmanlılar dönemiyle ilgili okuduğum başka harika bir kitap için buraya tıklayın.

"Bir Ramazan günü bir Hollandalı, uşağıyla birlikte İstanbul'a gelir. Burada, dostu tütün tüccarı Keraban Ağa ile buluşur, onun Üsküdar'daki konağına yemeğe gideceklerdir. Tam da o gün, Boğaz'dan karşıya geçiş için yeni bir vergi konur ama Keraban Ağa'nın bu vergiyi ödemeye hiç niyeti yoktur. On paralık vergiyi ödememekte karalı olan Keraban Ağa'nın bu inadı, kendisine yüzlerce altına mal olacak ve ilginç bir Karadeniz yolculuğunu başlatır...
Jules Verne, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu, Türkler ve Karadeniz'le ilgili düşüncelerini serpiştirdiği bu romanında "Osmanlıların en inatçısını" anlatıyor.

Hazır lafı açılmışken Jules Verne'in hayatına kısa bir bakış atalım.

1828'de Fransa'da doğdu. Denizcilik geleneği olan bir ailenin çocuğuydu ve bu durum onun yazın hayatını derinden etkiledi. Küçük bir çocukken gemilerde tayfalık yapmak için evden kaçtı ama yakalanıp ailesine tesli edildi.

1847'de hukuk öğrenimini görmesi için Paris'e gönderildi. Ancak Paris'teyken tiyatroya ilgisi derinleşti.

1850'lerin sonlarında ilk oyunu yayımlandı. babası, hukuk öğrenimini bıraktığını duyduğunda aralarında büyük bir tartışma çıktı ve harcamaları için gönderilen para kesildi. Bu durum Jules Verne'i öykülerini satarak para kazanamaya zorladı.

Paris'in kütüphanelerinde jeoloji, mühendislik ve astronomi okunarak geçirilen uzun saatlerden sonra, Jules Verne ilk kitabı Balonla Beş Hafta'yı yayımladı. Bu romanı, Dünya'nın Merkezine Seyahat, Dünya'dan Ay'a ve Denizler Altında 20.000 Fersah gibi romanlar izledi.

Romanlarının büyük beğeni toplaması Jules Verne'i zengin bir adam yaptı.

1876'da büyük bir yat aldı ve Avrupa'nın çevresini yatıyla dolaştı.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Soul Kitchen ve Leaves of Grass filmlerinin ortak yanları

Şans eseri peşpeşe seyrettiğim iki film ilginç derecede pekçok yönüyle kesişiyor. O yüzden ikisinden de aynı anda bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri Edward Norton’un son filmi “Leaves of Grass” ve ilk gösterimi 2009 Toronto Film Festiavlinde yapıldı. Diğeri ise Fatih Akın’ın yazdığı ve yönettiği ödüllü filmi “Soul Kitchen”.

Yazının devamı için lütfen http://www.artimetre.com/2010/05/04/iki-film-birden-leaves-of-grass-ve-soul-kitchen/ tiklayın.

4 Mayıs 2010 Salı

Hayranıyım Ya Sen Köşesi (2) - Kate Winslet

Köşemin ikinci konuğunu Kate Winslet olarak belirledim. Ona niye hayranım, çünkü çok doğal, canlandırdığı her rol çok gerçekçi duruyor, sanki hiç zorlanmadan her karaktere bürünebiliyor. Çok güzel bir kadın değil bence ama aynı Julia Roberts gibi canlı bir gülümsemesi var ve bu da onun İngiliz kanından gelen soğukluğunu kırıyor sanki ve onu çekici bir hale getiriyor.
Röportajlarında kendisine seksi denildiği zaman bunu komik bulduğunu ve güzellik için estetik ameliyat veya botox yaptırmaya kesinlikle karşı olduğunu söylüyor. Oyunculukta, gerçekçi ve dürüst olmak gerektiğini savunup, estetik güzelliğin  oyunucuları fantazi bir dünyanın fantazi kişileri yapacağını belirtiyor.
Kendini göstermeyi çok sevdiğini, bundan hiç utanmadığını ve kendini herşekilde ortaya koymaya inanmış bir aktris olduğunu söylüyor.

Gerçektende bakıldığında çok cesur sahnelerin olduğu daha doğrusu çıplaklığın doğal olduğu anların çokça sahnelerinde hiç pornografik bir çağrışım veya etki yaratmadan oyunculuğunu ortaya koyabiliyor.
Özellikle The Reader filminde neredeyse filmin yarısında çıplak rol almıştı.

Biraz kişisel hayatı ile ilgili bilgi verip filmlerinden bahsedelim.

* 1975 İngiltere doğumlu,

* İki kez evlenmiş ve her evliliğinden birer çocuğu var. En son eşi Sam Mendes ile geçen ay boşanmışlar.

* Annesi barmen babasıda havuz müteahhiti ve iki kız kardeşi de oyunculuk yapıyorlar,

* 11 yaşından itibaren tiyatro eğitimi almış.

* Kariyerinde zaman zaman radikal kararlar almış, örneğin Titanik filminden sonra daha çok bağımsız ve düşük bütçeli filmlerde oynamayı tercih ettiği için,  Anna and the King ve Shakespeare in Love gibi filmlerdeki başrol tekliflerini reddederek, aynı dönemde Holy Smoke ve Hideous Kinky gibi bağımsız filmlerde oynamayı tercih etmiş. Ayrıca Yüzüklerin Efenisi İki Kule'de Eowyn rolünü de red etmiş.

* Christmas Carol adlı animasyon filminde seslendirme yapan Kate Winslet, bu film için yazılan What If adlı şarkıyı söylemiş, single albüm çıkarmış, Grammy ödülü kazanmış.

* 37 ödülü ve 58 adaylığı var.

Filmlerine gelince önce seyrettiklerimden bahsedelim.

Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Yönetmen: Michael Gondry
Yıl: 2004
Oyuncular: Kate Winslet, Jim Carrey
Tür: Romantik, dram (bilimkurgu)

Hepimizin aklına gelmiş bir fikirden yola çıkıyor film. Unutmak istediğimiz kişileri beynimizden silen bir doktor olsa, nasıl olurdu?
Sonradan pişmanmı olurduk, elbette kötü anılarımız olmuştur ama ya iyiler ne olacak, onlar da beraber silinecekler. Peki ya hala sevdiğiniz bir insan sizi hafızasından silerse ne hissedersiniz.

İşte bu konu komedi, gerilim olarak harika bir şekilde işlenmiş filmde. Kate Winslet'in oyunculuğu yine tavanda. Jim Carrey acayip mimikler yapmıyor, epey eğlenceli ve sonuna kadar da zevkle izleyebilirsiniz.




The Reader

Yönetmen: Stephen Daldry
Yıl: 2009
Oyuncular: Kate Winslet, Ralph Fiennes, David Kross


Yahudi Soykırımına değişik bir noktadan yaklaşan bir film. İkinci dünya savaşı sonrasında Almanyada, bir aşk hikayesi ile başlıyor, 15 yaşındaki Michael 30 lu yaşlarında bir kadına Hanna'ya aşık olur. Birkaç ay sonra Hanna evini işini bırakır ve kayıplara karışır. Michael yıllar sonra hukuk okurken bir davayı seyretmeye gider. duruşma esnasında II. Dünya Savaşı sırasında bir toplama kampında 300 Yahudi kadının bir kilisede yanarak ölmesine izin vermekten yargılanan ve 8 yıldır ortaya çıkmayan Hanna'yı görür.

Kate Winslet bu filmdki oyunculuğuyla Oscar, Altın Küre, SAG ve Bafta ödüllerini aldı. Konu olarak birden yön değiştiren film, soykırıma sebep ve yardımcı olan binlerce kişinin nasıl suçlu olduğunu da gösteriyor. Hiçbir sahne yeralmasada mahkemedeki birkaç soru ile olayların izleyen herkesin zihninde canlanmasına yeterli oluyor. Etkileyici bir film, tavsiye olunur.

Revolutionary Road

Yönetmen: Sam Mendes (Kate Winslet'in eşi)
Yıl: 2008
Oyuncular: Kate Winslet, Leonardo di Caprio

Bu filmle ilgili daha önceki yazımı okumak isterseniz buraya tıklayın.







The Life of David Gale

Yönetmen: Alan Parker
Yıl: 2003
Oyuncular: Kevin Spacey, Kate Winslet

David Gale üniversitede felsefe bölümünde hocadır ve ölüm cezasına karşı grubun üyesidir. Birgün yakın arkadaşının ölümünden sorumlu tutulur ve ölüm cezasına çarptırılır. Hikayesini yazması için gazeteci Blom'la (Kate Winslet) anlaşır fakat zaman içinde Bloom onun suçsuz olduğuna dair bilgiler almay başlar.

Bu filmin anafikri olaylar herzaman göründüğü gibi değildir, ve birilerini haksız yere yargılayanlar birgün gerçeği öğrendiklerinde iş işten çoktan geçmiş olacaktır. Herşeyden öte ölüm cezası yargıda yer almalı mıdır, çünkü bazı davalar şüphe aşamasında öteye geçmeyebilir, kanıtlanması zor ama suçludur hükmü verilen bu tür davalar haksız yere cezalandırılmış olabilir.


Quills

Yönetmen: Phillip Kaufman
Yıl: 2000
Oyuncular: Geofry Rush, Kate Winslet

18. yy da Marquis de Sade'ın akıl hastanesindeki günleri anlatılıyor. Müstehcen ve erotik yazılarını yazmaaı oradada devam eden Marquis çamaşırcı ile yazılarını bastırmaya devam eder. Tüm kısıtlamalara rağmen yazmayı bırakmaz ve en son kanıyla aynalar üzerine yazılarını yazar.
Gerçek bir yaşam öyküsünün yansıtıldığı film gerçekten güzel ve seyretmeye değer.





Titanic

Yönetmen: James Cameron
Yıl: 1997
Oyuncular: Kate Winslet, Leonardo di Caprio
11 dalda Oscar ödülünün sahibi

Fazla birşey söylemeye gerek yok herhalde, bildiğimiz bir hikaye, büyük prodüksiyon ve bir aşk hikayesi.









The Holiday

Yönetmen: Nancy Meyers
Yıl: 2006
Oyuncular: Cameron Diaz, Kate Winslet,Jude Law, Jack Black

Eğlenceli, hoş vakit geçirmek için, kafa yormayan bir film. Böyle filmlere zaman zaman ihtiyaç duyuluyor gerçekten:)

Iris (Kate Winslet), İngiltere'de yaşayan bir gazetecidir ve iş arkadaşı Jasper (Rufus Sewell) için yıllardır karşılıksız bir aşk beslemektedir. Çalıştıkları işyerinin yılbaşı partisinde aniden Jasper'ın başka bir iş arkadaşıyla nişanlanacağı haberi Iris'i çok etkiler. Bu sırada, Amerika'da yaşayan ve film fragmanları hazırlayan Amanda (Cameron Diaz), erkek arkadaşının onu aldatması üzerine onu terkeder ve yaşadığı yoğun tempodan uzaklaşmak ister. İnternette tatil yerleri ararken, evleri herhangi biriyle bir süreliğine karşılıklı değiştiştirmeyi sağlayan bir site bulur. Amanda, İngiltere'deki Iris'in evi için onunla iletişime geçer ve karşılıklı olarak evleri yılbaşına kadar değiştirme kararı alırlar