31 Aralık 2010 Cuma

Coen Kardeşlerden Seçmeler

Yeniyıla nasıl girersen öyle devam eder beylik cümlesini duya duya söyleye söyleye gerçek olduğuna inanıcaz neredeyse, e ozaman bende blog arşivime hemen birkaç film alıyım ki seneye de bol bol film seyrdip arşivimi doldurayım.
Bir iki haftadır şans eseri üst üste Coen kardeşlerin filmlerini izledim.
Sıradan başlıyorum,

The Man Who Wasn't There (2001)
Oyuncular: Billy Bob Thornton, Frances Mac Dormand, (Scarlett Johanson bile var ilgililere duyurulur)
Tür: Neo-noir

Film geleneksel sinematografik stil ile ve siyah beyaz çekilmiş. Kara film türüne de uygun bu anlamda. Hikaye 50'li yıllarda Santa Rosa California'da geçmekte ve sanki Hitchcockvari bir hikaye ve sunumla aynı zamanda o dönemde çekilmiş hissi yaratılmış.

Ed Crane, başkarakter. Hikayeyi geçmişe dönük olarak onun ağzından dinleriz.
Yıllardır kayınbiraderinin yanında kalfa olarak berberlik yapmakta. Çok konuşmayan durgun bir tiptir. Tam da tersine karısı Doris canlı, havalı, hoşbir kadındır ve bir mağazada çalışmaktadır.
Ed, karısının patronuyla ilişkisi olduğundan şüphelenmektedir.

Bir gün berber dükkanına gelen müşterisinden kuru temizleme sisteminin çok iyi bir yatırım olduğunu öğrenir ve bu işe ortak olmak için gereken parayı şantaj yoluyla karısının patronundan almaya karar verir.

İşte tipik bir Coen filmi başlamak üzere. Siz de Coenlere aşinaysanız böyle bir girişi olan filmin nerelere gideceğini tahmin ediyorsunuzdur. Yine de gelişmeleri seyrederken hem meraklandırıcı hem de kuvvetli bir senaryoya sahip olduğuna eminizdir.

Açıkçası ben çok zevkle izledim. Ed Crane eli hep büyük kağıtlarla dolu bir el almaz oyuncusu gibi.
Kendi iplerini eline hiçbir zaman almamış bir adam birgün buna son vermek istiyor ve kırdığı kabuğu ona binbirtürlü bela getiriyor. Dramatik bir konu yine Coenlerin elinde mizahi bir bakış açısıyla ama hiç de göze sokulmadan ele alınmış.
İzleyicinin başından itibaren Ed Crane'e sempati duyması ve onun sefil hayatından çıkması için yaptıklarını onaylatan bir algı oluşturulmuş, gel gör ki, izleyiciyle birlikte Ed beklenmedik bir sürü olayın içinde kalacak ve bu durumda vijdan hesaplaşaması bile yapacak.

Burn After Reading (2008)
Oyuncular: George Clooney, Frances Mc Dormand (tabii ki), John Malkovich, Brad Pitt
Tür: Kara Komedi

Birkere herşeyden önce oyunculara baktınız mı? Birde filmdeki olayların absürdlüğnü görseniz.

George Clooney bu filmde "The Men Who Stare At Goats" filmindeki gibi komik bir karakteri canlandırıyor. Aynı o filmdeki gibi kaşı gözü ayrı oynuyor ve mimikleriyle pek de güzel hakkını veriyor bu rolün.
Film baştan sona bir çıkmazda. Saçmalıklar üst üste, şöyleki,
John Malkovich (Osbourne Cox) alkoliklikten, şifre bölümünde çalıştığı CIA'den kovulur ve hatırlarını yazmaya karar verir.
Evde baskın karakter karısının yanlışlıkla kopyasını aldığı bu hatıralar spor klübü çalışanlarından Brad Pitt ve Francess'in eline geçer. Onlar bu bilgilerin çok değerli olduğu inancıyla kendi sefil hayatlarında ihtiyaç duydukları parayı almak üzere şantaj yoluna giderler.

Ve işte yine şantaj, yine Coenler, yine sefil hayatlar ve yine bintürlü yanlış anlamalar.
Yalnız bu film o kadar komik ki, diğerlerinden bu özelliğinden dolayı ayrılıyor belki de.

Herkesin birbirinden habersiz birbiriyle ilişkide olması mı komik, Geaorge Clooney'nin şüpheci tavırları ve sebep olduğu salaklıklarmı komik, (ya da gizli projesi mi desem), zavallı Osbourne'un başına gelenlerin pişmiş tavuğun başına gelmemesi mi desem ya da CIA çalışanlarının tüm olayları uzaktan anlamsızca ve dumur vaziyette izlemeleri mi...

Bir de A Serious Man'i izledim ama ona ayrıca değinmek istiyorum,

Şubat ayında Ceoenlerin yeni bir filmi gelecek. True Grit adındaki bu film bu sefer bir Western filmi. Amerika'da gösterime girdi sanırım. Şubatta Berlin Film Festivalinin açılış filmi olacak.
Oyunculara dikkat: Jeff Bridges, Matt Damon, Josh Brolin, yapımcılar arasında Steven Spielber'de var.
Sanırım sinemada seyretmek iyi olur

30 Aralık 2010 Perşembe

Manevi Senetlerim

Bu yıl çocukluğumuza geri döndük  pek değerli blog arkadaşım Leylak Dalı sayesinde.
Birçok kişiyi organize ederek, yılbaşı kartı etkinliğini yürüttü. Ben de böylece hem yeni blog yazarlarını tanımış oldum hem de onlardan gelen kartları posta kutusunda görünce değişik bir sevinçle yılı kapatıyorum.

Şu ana kadar gelen kartlarımı birgüzel dizdim ve fotoğrafladım, daha yolda da kartlarım olduğunu düşünüyorum onları da geldikçe sergime katarım.

Her kart birbirinden sevimli ve çok güzel dileklerle dolu. Define Adasına, Müge'ye (İçimden Çağlayanlar), Sabunlarım'a, Kara Kitap'a, Nihan Sarı'ya, Birazşöylebirazböyle'ye, Hüznün Tadı'na, Bir Dilim Sohbet'e, Hepsüslüydüm'e, Lezzetli Somunlar'a, Lalenin Bahçesi'ne, Selma Er'e ve Macera Kitabım'a hayatıma kattıkları bu güzel anılar için çok teşekkür ederim.

Yalnız özellikle etkinliğin evsahibesinden aldığım karttaki çok özel bir şiiri paylaşmak istiyorum.
Leylak dalı o kadar ince düşünceli ve harika buluşları olan biri ki, şöyle bir hoşluk hazırlamış bana.
Talat Halman'ın "Eski Uygarlıkların Şiirleri" antolojisinden rastgele bir sayfayı açıp çıkan dizeleri kartıma yazmış, o kadar da anlamlı ve mesaj doluki kartım da kalmasın herkes okusun istiyorum.
Bir de beni düşünerek el emeğiyle hazırlamış olduğu çok değerli bir yılbaşı hediyesi eklemiş zarfa.
"Beni çok mutlu ettin sevgili Leylakçım her okuduğum kitapta severek kullanacağım, çok çok teşekkür ederim."
Bütünlüğe Ermek

Alçakgönüllü ol
Bütünlüğe kavuşursun
Dosdoğru olursun yere eğersen kendini

Çukur ol, dolarsın
Onarılırsın kırılırsan
Malın az mı, zenginsin demektir
Malın çok mu, çökersin er geç
......

Ne güzel söylemiş atalarımız
Bütünlüğe ermek için
Gerçek varlığa dönmeli insan

Hepinize Şansınızın Bol Olduğu Mutlu Yıllar.......



29 Aralık 2010 Çarşamba

28 Aralık 2010 Salı

Yeniyıl Mimi

Sevgili Müge tarafından ebelendim:) Çok hoş bir mim. Bir yıllık muhasebe yaptırıyor insana. Alacak verecek kalmış mı, yeni yatırım projeleri var mı, yıpranma maliyetleri, amortismanlar, hurda değeri, yıllık giderler, gelir projeksiyonları ay pardon:) yine düşünmeden klavyeyde gezince parmaklar bunları yazmışlar. Ne zamandır fizibilite çıkarmıyorum, kendimin kişisel yıllık analizimi yapayım bari. İşte sorular,

2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir?


Sağlıkla, sevgiyle geçirdik. Bundan başka mutluluk kaynağı aramaya gerek yok zaten.
2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı?

Üretken bir yıl oldu benim için. Kendim için vakit ayırdım. Öncelikle blog sahibi oldum. Yazı yazma alıştırmaları yaptım bu yıl boyunca. Blogum sayesinde bir çok da arkadaş edindim.

Ajanda dergisini kurduk arkadaşlarımla, hayatımıza heyecan kattı, uzun zamandır takım çalışması içinde değildim tekrardan bunu bana yaşattı, birbirimizi kutladık heray, hiç tanımadığımız insanlardan övgüler duyduk, kendimiz de dahil pek çok şey öğrendik.
Bloguma yazma hevesiyle birçok film seyrettim hem de eskiye göre daha şuurlu bir şekilde, artık filmlerin yönetmenine, tarzına, kalitesine dikkat eder oldum. Yalandan da olsa filmler konusunda atıp tutar oldum:)

2011'e nasıl girmek istersiniz?

Yılbaşı gecesiyse bu soru, geniş çaplı bir aile toplantısıyla kutlayacağız. Ama genel olarak benim yılbaşı gecesi konusundaki düşüncem hep bu gecenin özel bir şekilde kutlanmasının gereksiz olduğudur. Yani niye bu gece yemek festivaline dönüşmek zorundadır, niye 15 çeşit meze, kuruyemiş ve meyva şartı vardır bilemiyorum. Zaten artık herzaman  herşeyi yiyebilir bir zamanda yaşıyoruz. Ne savaş var ne kıtlık, sanki bir yıl boyunca kuruyemiş yiyemiyormuşuz veya o kadar yemeğin ve tatlının üstüne birde meyvaya yer kalacakmış gibi alışveriş yapmanın alemi ne bilemiyorum. Neyse ben güzel güzel yazmaya devam ediyim cevaplarımı, sakin olayım biraz:)

2010 yılında yapmayı isteyip yaptıklarınız ve yapamadıklarınız nelerdir?

Yapabildiklerim
Doruk'a tuvalet eğitimi vermekti, geçen hafta başladık, verdim sayıyorum, sürekli çişli pantalon yıkasamda:)
Sevgili arkadaşlarımla Ajanda dergisini kurup keyifle devam ettiriyoruz.
Hedeflediğim kadar film seyrettim, kitap okudum
Kıyafet dolabımı düzenledim, çok zor olsa da eski kıyafetlerimi ayırdım helalleştim ama ihtiyacı olanları verdim, o yüzden memnunum.

Yapamadıklarım
Hergün en az bir meyva yiyemedim, en azından bir elma hedeflemiştim ama olmuyor, aklım ve elim hep tatlıda
Dolayısıyla kilo aldım veremedim
Spor yapamadım, her sabah en azından birkaç hareket yapıyım diyorum onu da yapmıyorum, yaşam kalitemi düşürmeye bilinçli olarak devam ediyorum
Bazı arkadaşlarımla daha çok vakit geçirmek isterdim
Buz pateni yapmayı öğrenmedim
Kurdele nakışı bu yıl hiç yapmadım, Doruk'a süveterde örmedim (elişi dersinden sıfır verdim kendime)
Daha fazla düşünmeyeceğim moralim bozulur falan boşveriyorum:)

Önmli Not: Yukarıdaki çizimi çok sevgili arkadaşım Şulecim çizdi ona göre:)))

Şimdi ebeleme sırası bende, işte ebelediklerim,

Banu ( http://www.birazsoylebirazboyle.blogspot.com/ )
Ceren ( http://www.neoyleneboyle.blogspot.com/ )
Müge ( http://www.yemekbahane.blogspot.com/ )
Seda ( http://www.sedasolar.blogspot.com/ )
Şule ( http://www.susuoykusu.blogspot.com/ )
http://www.kolayhayatlar.blogspot.com/

27 Aralık 2010 Pazartesi

Black Swan - Ödülleri Garanti!

Black Swan
Yönetmen: Darren Aronofsky
Oyuncular: Natalie Portman, Vincent Cassel, Mila Kunis
Yıl: 2010

Beklenen film nihayet dvdcilere düştü. Henüz Türkiye'de gösterime girmedi ama.
Altın Küre'de ve daha sonra Oscar'da mutlaka ödül alması beklenen ve gerçekten de alacağı ödülleri bana kalırsa hakedecek bir film.

Son zamanlarda vizyona girecek filmlerden beklediğim bir Inception vardı belki bir de Alice Harikalar Diyarında, ne yönetmen filmi olsun ne de senaryo cazibesi, başka bir filmi heyecanla beklemiyordum.

Black Swan ise Venedik film festivalinde açılış filmi olarak gösterime girdiğinden beri takipteydim.
Haftasonu ele geçirdim. Ve evet gerek senaryo düzeyi olsun gerek oyunculuklar ödül alacağı kesin gözyüle bakılacak bir film ortaya çıkmış.

Requem for a Dream, Pi, gibi akıllarda yer eden filmlerinin yönetmeni Darren Aronofsky çok üretken bir yönetmen olmasa da yaptığı işlerde ses getirmesini bilen, ve her filmiyle yarışmalarda adaylıkları bulunan biri. Ama Black Swan ile sanırım bu sefer turnayı gözünden vuracak. Ha buarada Leon filmindeki "Mathilda" rolüyle ilk olarak tanıdığımız Natalie Portman'ın bu rolü kotarmak için epey çalıştığı apaçık. Neredeyse çoğu sahnede yakın plan yüz çekimi ve verdiği anlamlı ifadelerle o kadar başarılıki değinmeden geçmeyelim.

Bu kadar reklamdan sonra niye böyle etkilendiğimi anlatayım biraz.

Filmin açılışı Kuğu Gölü balesindeki beyaz kuğunun büyücüyle olan dansıyla başlıyor. Fakat anlıyoruz ki bu sadece bir balerinin rüyasıymış.
Nina, New York bale topluluğunun balerinlerindendir ve en büyük hayali Kuğu Gölü balesinde kuğu kraliçesi rolüne seçilmektir.
Günlük çalışmaları sırasında bale hocaları Kuğu Gölünün hikayesini anlatır.

"Bir prenses kötü bir büyücü tarafından büyülenmiş ve bir kuğuya dönüştürülmüştür. Sadece geceleri insan olabilen Odette'in bu büyüden kurtulmasının bir yolu vardır. Gerçek aşkı bulmak.
Birgün bir prens onun güzelliğinden çok etkilenir ve ona aşkını sunmaya hazır olduğunu söyler. Fakat büyücü kızı Odil'i Odette kılığına sokup prensin aklını çeler ve kendine aşık eder.
Odette büyüyü bozmanın tek yolunun kendini öldürmek olduğunu anlar ve intihar eder."

Kuğu gölü balesinin bir özelliği Odette ve Odil rolünü aynı kişinin canlandırmasıdır. Odette yani beyaz kuğu saflığı, temiz duyguları, kırılganlığı temsil ederken, Odil (siyah kuğu) hırsı, şehveti ve tutkuyu temsil etmektedir.

Öğretmenine göre Nina beyaz kuğuyu çok iyi canlandırabilecekken siyah kuğu için bu duyguları verememektedir.

Ve işte şimdi film başlar.

Kuğu Gölü Balesinin, filmin hikayesi için bir ayna olduğunu anlarız.
Bu balenin yörüngesinde bütün karakterlerin saflarını tuttuğu Ninanın hayatında yaşanmakta olan bir kuğu kraliçesi metaforuyla bezenmiş çarpıcı bir senaryo.

Evet bu bir dönüşüm ve başkaldırı hikayesi, bir genç kızın tutkulu bir kadına, hırslı bir oyuncuya dönüşünü ve başarı yolundaki mücadelesini cüretkar birşekilde anlatıyor.
Gösteri dünyasının sahne arkasında yaşanan kişisel mücadeleleri, çalışma tempolarını, başrol mücadelesini, özellikle balerinlerin sahne ömrünün ne kadar kısa olduğunu dolayısıyla sahnenin nankörlüğünü de ortaya koyuyor.

Kuğu gölü gibi ünlü bir bestenin ve bale gösterisinin filme, arka planda hem görsel hem de işitsel fon oluşturuyor olması zaten sanatsal açıdan dolgunluk yaratmakta.  Bu yönüyle bile yeteri kadar etkileyici öğeyi barındırıyyor. Ama oyunculuklar aynı düzeyde olmasaydı başarı yakalanamazdı işte bu noktada özellikle Natalie Portman'ın ve daha sonra öğretmeni Vincent Cassel'in hikayenin tüm derinliğini doğrudan seyirciye geçirebilme başarısı çok büyük.

Seyretmek için ya vizyona girmesini bekleyin ya da şimdiden evde izleyin, ama izleyin:))))

24 Aralık 2010 Cuma

Blogumu özledim:) ve Prensesin Uykusu

Hergün aramayı düşünüpde birtürlü arayamadığım arkadaşım gibi oldu. Hep aklımda ama elim bir türlü gitmiyor, aradığım da da ne diyeceğimi bilemediğim.
Konu açılmışken ben telefonda konuşmayı gerçekten sevmem, evde biri varsa telefon çaldığında hiç hamle yapmam, beni bir hipnoz tedavisine alsalar kim bilir altından ne çapanoğlu çıkar bilmem:)
Hele bir de "uzun zamandır aramıyorsun" sitemiyle karşılaşmak vardır ya, tam aramışsın ilk duyduğun cümle bu olunca buz gibi soğurum bir daha da ne zaman ararım onu bilinmez.
Bloguma epeydir yazamadaım derken konuyu nereye getirdi bilinçaltım kendim de şaşırdım. aslında bu da bir terapi yöntemi, hiç düşünmeden yazmak bilinçaltımızdan gelen gizli mesajlardır. Ben de buna takmışım kafayı meğer haberim yok:)

Neyse gerçekten bu ara birşeyler yazmak istiyorum epey de film seyrettim tam bahsetmelik ama dergilerden fırsat kalmadı. Artık dergiler oldu:) Ajanda'ya kardeş yaptım.
Playbarn grubu için anne babalara yönelik acayip keyifli yazı ve paylaşımların olduğu ve ilk sayısı Ocak'ta çıkacak bir dergi bu. Tasarımını yapıyorum aynı Ajanda'daki gibi. Ama bu sefer her sayfayı boya badana, duvar kağıdı, rengarenk renklerle süslüyorum. Blog camiamizdan pek değerli yazar arkadaşlarımızda ekipteler ve nasıl güzel yazılar hazırladılar bilseniz.

Bu aralar Av Mevsimi eleştrileri ve tanıtım yazıları dolu heryerde. Bir iki hafta önce yine bir başa Türk filmi daha vizyondaydı. Çağan Irmak'ın Prensesin Uykusu filmi. Sanırım çok ses getirmedi bu film. Türk filmi merakımdan gidip seyrettim. Genel olarak baktığımda pozitif yaklaşımın önemini vurgulayan bir hikayeye sahip.
Fantastik öğelerle de süslenmiş zaman zaman ama çok zorlamamışlar bu yönden. Görsel olarak fark yaratılmaya çalışılmış, masalsı yaklaşımlarda bulunulmuş ama bence havada kalan ve bütünde yer bulamamış üvey evlat sahneler bunlar. Birtek Aziz'in çocukluğunun anlatıldğı animasyon çok güzeldi hakkını vermek gerek.

Açılışta tanıştığımız Aziz karakteri iyimser düşüncenin temsilcisiyken komşusu Seçil ise kötümserliği temsil ediyor. İkisi de hayatta hep mücadelesi olan karakterler. Aziz babasının annesini öldürmesi üzerine yetimhanede büyüyen ve oradaki arkadaşıyla bir evi paylaşan kütüphane görevlisi, Seçil ise ilkokul çağındaki kızıyla kocasından kaçan bir kuaför.

Bu iki karakterin dolduramadığı senaryoyu çok zekice bir planla ve oyuncu seçimiyle dişe dokunur hale getirmeyi başarmış Çağan Imak.

Eski Yeşilçam yönetmenlerinden Kahraman rolüne Genco Erkal pek yakışmış. Onun olduğu sahneler filmin zirve yaptığı anlardı. Kahraman bey bir dönem şaşalı bir sinema hayatından sonra düşüşe geçmiş, unutlmuş, yaşlı ve yalnız yaşayan biri. Ölümü bekliyor, gel gör ki fiziken de pek sağlam. Bu durumda kendi başının çaresine kendisi bakmak durumunda ama intihar da edemiyor.

Aziz, Seçil'e kendini farkettirme ve sevdirme mücadelesinde, Seçil hastanelik olan kızının mücadelesinde, Kahraman ise ölümle pazarlık peşinde özet olarak.
İyi düşün iyi olsun fikrini sonuna kadar savunan ve örneklerle ortaya koyan bir film. Neden olmasın. Bazen bunu hatırlamak iyi oluyor. Özellikle Genco Erkal için seyredilir.

Buarada son günlerde yeni bir yönetmenle tanıştım. Bir türlü yanına gidemiyordum nasıl bir spekülasyon varsa ortamda birtürlü elim varmıyordu. Başka bir yazıda bahsedeceğim kendisinden. Bu yönetmeni ya çok sevenler vardır ya da hiç sevmeyenler. Ben şuursuzca sevmeyenlerdendim, nedenini ben bile bilmiyorum. Anladınız herhalde Woody Allen'dan bahsediyorum. Onu tanımaya başladım ve önyargının ne fena birşey olduğunu birdaha anladım:) Başka yazıda yazıcam.

Birde tesadüf eseri üst üsre Coen kardeşlerin filmlerini izliyorum bu da bir başka yazı konusu. Bunlarda hep belli kadrolarla çalşıyorlar bu da ayrı zevk veriyor. Hani Fargo'daki polis kadın var ya Frances McDormand, seyrettiğm her filmde var mesela, aileden gibi oldu kadıncağız benim için. Ama filmler bir harika. Buna da ayrıca değineceğim.

Bugünlük bu kadar.

16 Aralık 2010 Perşembe

Canın sıkılıyorsa ayakkabılarını cilala:)



Bu ay müzikal seyretmek için çok ideal bence. Sokaklar ışıklarla süslü, pencereden baktığımda karşıki apartmanda yanıp sönen çam ağaçları gözüküyor. Dükkanlarda yeni yıl şarkıları, herkes bir telaş sevdiklerine hediye alma peşinde.


Bu ayın içinde gizli neşeli anlar pek çok.

Bu ruh haline eşlik edecek en güzel film seçenekleri elbetteki müzikaller olmalı. Çıkarın arşivinizdeki bu sevimli filmleri her şeyi birkenara bırakıp kendinize keyifli saatler hediye edin.

Fred Astaire’in “The Band Wagon”u dün akşam arşivden bana göz kırptı. Muhteşem dekorlar, harika dansçılar, eğlenceli bir konu ve elbetteki Fred Astaire’in zarif danslarını seyretme zevki çok keyifliydi.

Özellikle yukarıdaki videodaki “Shine on Your Shoes” dansı ve sözlerindeki anlamlar harikaydı.

Eğer keyfin yoksa ayakkabılarını cilala ve ayakkabılarının içinde parla….


 
Fred Astaire - Recreation Center (from the movie The Band Wagon 1953)

15 Aralık 2010 Çarşamba

Yeni bir dergi geliyor!

Ajanda'yı biliyorsunuz. Online olarak aylık hazırlıyoruz.
Sevgili arkadaşımın tabiriyle "kentli olmayı hatırlatıyor bize."
Bir ay boyunca katılabileceğiniz kültürel ve sanatsal aktiviteler, sinema, kitap paylaşımları, gezi yazıları, yemek kültürü, markalaşma sanatı gibi geniş bir yelpazede çok hoş ve keyifli yazılarla dolu bir dergi.
Severek okuduğunuzu umuyoruz:)

Ocak ayından itibaren yeni bir dergi organizasyonu daha üstleniyorum. Bu sefer anne babalara yönelik bir içeriği olacak. Playbarn kurumunun çıkaracağı bir derginin editörlüğünü ve dergi tasarımını yapacağım.

Derginin kişiliğini samimi, özgüveni yüksek, düşündüklerini rahatça tartışabilen, sorgulayan bir yapıda oluşturmayı hedefliyoruz.
Yazar ekibinde konusunda uzman kişilerin yanısıra büyük sürprizler de olacak. Ayrıca kişsel tecrübelerini samimiyetle paylaşacak ve bizim sesimiz olacak köşe yazarlarımız da var.

Tüm bunların yanısıra interaktif bir dergi olmasını istiyoruz. "Biz yaptık başardık" bölümümüz olacak. Burada her ay bir konu üzerinde okuyuculardan başarı hikayeleri toplayıp yayınlayacağız. İlk sayıdaki konu başlığımız "Çocuğunuza sebzeyi nasıl sevdirdiniz?"
Sizde bu konuda paylaşımda bulunmak isterseniz lüten sinem@theplaybarn.com.tr adresine bir iki satır yazıp 28 Aralık'a kadar gönderin.

İlk saymız Ocak ayında çıkacak. Ücretsiz olarak okuyabileceksiniz. Web adresimizi yakında duyuracağım.

14 Aralık 2010 Salı

Kartpostallar ve ben :)))

Bu yıl sevgili Leylak Dalı'nın düzenlediği kartpostal etkinliğine katıldım.

Küçükken süslü, pullu kartlar atardık birbirimize, zarfın açınca içinde düşmüş pullar dağılırdı havaya. Ellerimiz sim içinde kalırdı. Posta kutusunun dolu olduğunu görünce nasıl da sevinirdim.
Şimdilerde dolu posta kutusu nedendir bilmem (!) hiç heyecanlandırmıyor beni derken bu etkinlikle sanırım bu ay postacının yolunu gözler olacağım:)
Hatta ilk kartımı aldım nasıl da hoşluk yarattı günümde. Üstelik el emeği ile yapılmış çok orjinal bir kart bu. Taa İzmir'lerden Sevgili Nihan'dan gelmiş. Evde başköşede yerini aldı bile.

Ben de geçen gün oğluşla Kadıköy'e gidip nostaljik kartpostallar aldım. Yavaş yavaş yazıp göndermeye başlayacağım. Adres listesini Leylak Dalı'ndan aldığımda sırayla incelerken, Gaziantep, Muğla, İzmir ve Ankara'yı görmek beni çok sevindirdi, bölgem dışında da arkadaşlarımın olması ne mutluluk verici diye düşünürke Almanya ve Japonya'yı da görünce dünyanın herköşesiyle iletişimde olduğumu anladım. Artık dünya hiç de büyük değil:))

Kartpostal yazmayı da unutmuşum. Zarfa koymayarak atmayı düşünüyordum iyice nostaljik olsun diye ama kendi adresimi nereye yazıcam onu bile hatırlamıyorum:))

Bu arada eskiden internette dolaşan bir yazı vardı. Tam da bu sezona uyacak bir hikaye, hatırlarsınız mutlaka ama çok komik, beni güldürdü. Sizin de yüzünüzde gülümseme eksik olmasın:)

3 bin kartpostal nasıl yazılır

Bir dönem bir genel müdür yardımcılığı yapmış birisi anlatıyor: "Sene 1965.


Bir genel müdürlükte özel kalem müdürü yardımcısıyım.. Bayrama

10 gün var.. Benim müdür hastalandı.. İşe gireli 2 hafta olmuş, olmamış.

Genel Müdür bey beni çağırttı:

- Tebrik kartları hazır mı?.. Şaşırdım:

- Hangi kartlar efendim?

- Aman evladım, Şükrü Bey sana söylemedi mi? Bayram geldi, tebrik kartları

şimdiye kadar hazır olmalıydı. Tüh tüh.. Çabuk hemen hazırlayıverin.

- Emredersiniz efendim! dedim, ancak sabaha kadar 3 bin kartı nasıl

yazacağım? Genel müdür bey, bütün kartları çini mürekkebiyle ve en güzel

yazımla yazmamı istedi. 3 bin karttan 2 bin tanesini kendisinden makamca

alt'takilere şu şekilde yazacaktım: "Bayramını kutlar, gözlerinden öperim"

1.0 tanesi de üst makamdakilere olacaktı ve onlarda da şu ifade yer alacaktı:

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim."

Sabaha kadar 3 bin kart, düşünebiliyor musunuz?!?..

Çaresiz kolları sıvadım:

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim",

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim",

"Bayramını kutlar, gözlerinden öperim"

1, 5, 10, 18, 28, 58, 108, 188, 558.. Yazıyorum, yazıyorum bitmiyor!..

Nasıl sıkıntı bastı!.. 738, 918..

2,5 paket Samsun'u bu arada bitirmişim. Öyle işkence çekiyorum ki, ekmek

parası olmasa bırakıp kaçacağım. Sıra 2000. karta geldiğinde şafak

söküyordu. Ben de bitmişim ama önümde hala yığınla kart duruyor!

1.000 tane de üst makamlara yazılması gerekenler var.

4. paket sigarayla birlikte "Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla


kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim"e başladım..

Boyuna yazıyorum, göz kapaklarım iyice ağırlaştı, takoz koysam gene de kapanacak.

209, 529, 689.. Yaz babam yaz.. Ama artık kalemi parmaklarımın arasında

tutamaz oldum. Ben kaleme değil, kalem bana hakim:

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim."

"Sizin ve eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, sıhhatli ve başarılı günler niyaz ederim.",

"Niyaz ederim başarılı günler sizinle eşinizin bayramını kutlarken.."

"Kutlarken eşinizin bayramını saygıyla sıhhatli günler diler Niyazi ile beraber ederim.."

"Niyazi ile birlikte sizin ve eşinizin bayramını kutlarken ayrıca sıhhatle ederim.."

"Önce bayramınızı eder, sonra eşinizle Niyazi'ye başarılı günler dilerim.."

"Sizin de eşinizin de Niyazi'nin de bayramını saygıyla eder, sıhhat dilerim.."

"Sıhhatli eşinizin bayramını saygıyla kutlarken, Niyazi'ye başarılar diler aynı zamanda ederim.."

"Bayramınıza etmeden önce eşinizi saygıyla kutlar Niyazi'nin gözlerinden öperim.."

"Sizin de, eşinizin de, Niyazi'nin de, bayramını da, tatilini de, gelmişini de, geçmişini de.. saygıyla ederim.."

Sabah tam mesai saatinde, gözlerim kan çanağı bir halde kartları yetiştirdim.. Genel müdür bir-ikisine şöyle bir baktı:

"Aferin" dedi.

"Güzel yazmışsın. Hemen postalayın!" HEMEN POSTALADIK!..

3 gün sonra da önce bizim genel müdürü, sonra da bendenizi postaladılar!..

7 Aralık 2010 Salı

Dolls - Takeshi Kitano (2002)

Dolls

Senarist ve Yönetmen: Takeshi Kitano
Ülke: Japonya
Yıl: 2002

Film, bir "Bunraku" oyunuyla açılış yapıyor.

Bunraku, 17.yy da Japonya'da doğmuş geleneksel bir kukla tiyatrosu. 1m civarında olan bebekleri elleriye oynatan kuklacılar, onları seslendiren bir okuyucu ve mızrapla çalınan üç telli bir Japon çalgısı olan Şamiseni çalan çalgıcadan oluşuyor bu gösteri.

Bu etkileyici açılıştan sonra birbirlerine bellerinde uzun bir iple bağlı genç bir çifti yürürken görürüz. Eğer açılıştaki kukla tiyatrosnun iyi takip ederseniz bu geçişi çok anlamlı bulacaksınız. Bu noktada kukla tiyatrosunun devamı niteliğinde gerçek kişilerle anlatılan bir öyküyü izleyeceğimiz algısı oluşmakta.

Düz bir zaman çizgisinde ileremeyen senaryo da her sahne bir sonrakine kehanette bulunur şekilde hazırlanmış.Kahramanların hikayesine orta noktadan dahil olup, sebep ve sonuç ilişkilerini tüm filmle keşfediyoruz.

Bu aslında üç hikayenin bileşiminden oluşan bir kurgu. Birbirlerinden bağımsız hikayeler, ama küçük detaylarla kesişimler yaratılmış. Üçünün buluştuğu ortak payda ise bir aşkın sorgulanışı ve taraflardan birinin bencilce davranışı sonucu varılan noktalar.

Yönetmenin her karede neyi anlatmaya çalıştığını elbette bilemeyiz. Altyazı olarak da burada bunu söylemeye çalışıyorum bakın bu sahnede ki simgelerle şunu ifade ediyorum gibi bir yöntem yok. Bu zaten onun da umrunda değildir herhalde ama genel bir algıyı oluşturduğuna inanıyorum.
Az ve öz olayın  fikrinin verildiği ama daha çok simgelerle ve kahramanların davranışlarıyla anlatılmaya çalışılan bir film bu.

Takeshi Kitano bir röportajında şöyle demiş. "Benim genelde karamsar gri tonlarda filmler yaptığım söylenir, aslında ben renkli film çekiyorum. Bu film için harika manzaralarla dolu demeleri benim için yeterli ve memnu edici olur."

Takeshi Kaitano genelde filmlerinde rol alır fakat bu filmde almamış sbebep olarak da şöyle diyor. "Kostümler pek bana göre değildi sanırım, onları giyip dolaşmaya utanırdım."

Filmden Notlar:

-Ana hikayedeki kahramanların yürüyüşüne fon oluşturan mevsim geçişleri büyüleyiciydi. Özellikle Japonya'nın ilkbaharını muazzam bir manzarayla izleyebiliyoruz.

- Kahramanların geçmişiyle bugünü ilişkilendiren ve zamanın etkisini yansıtan küçük göndermeler etkileyciydi.

- Ve elbetteki Bunraku kukla tiyatrosu çok enteresandı. Kuklaları oynatan adamların sahnede olmaları geleneklerine na kadar sadık olduklarını ve hala bu sanatı yaşattıklarını gösteriyor, çünkü teknolojiyle kuklayı uzaktan idare etmenin mümkün olacağını düşünüyorum ama oynatıcıların orada olması ve zarif hareketleri hiç yadırganmıyor.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Aramıza Yeni Biri Katıldı:)

Ben herkesin blogu olsun istiyorum:) Önüme gelene, yeni tanıştığım insanlara sürekli "ay sizde blog açın, nasıl keyifli bişey" demekten kendimi alamıyorum. Henüz pek kimseyi ikna edemedim gerçi:) ama bu hafta sonu kuzenlerimle biraradayken onlara bir anlattım bir anlattım soluğu beraberce bilgisayar başında aldık.

Uzun uğraşlardan sonra bloguna bir isim bulduk, ve dün gece ilk yazısıyla blog dünyasına merhaba dedi.
Aslında bu merhaba biraz da kendisine olacak.

Kuzenimin yaşama yüklediği anlamları blogundan okumak benim için eşsiz bir mutluluk olacak. Böylelikle onunla sık sık sohbet ediyor gibi hissedeceğim.

Blog sahibi olmak insanın kendiyle buluşma noktası.
Buluşma yerine gelen dostlar ise paylaşmanın keyfini yaşattıranlar bana kalırsa.

Size yeni bir buluşma noktası göstermek istiyorum. Keyifle okuyacağınıza eminim.

http://tarcinvesalep.blogspot.com/

4 Aralık 2010 Cumartesi

Biraz soluk alın:) Huzurlu bir haftasonu dilerim..

Johann Pachelbel Canon in D Major fantastic version, classical music


3 Aralık 2010 Cuma

Ajanda Aralık Sayısı Sürprizli

Ajanda'nın Aralık sayısı yeni yıl konseptiyle çok keyifli.

Yeniyılın büyüsünü hissetmek için sayfamızı buradan ziyaret edebilirsiniz.

Ayrıca bu sayıda tüm çocukları bir sürpriz bekliyor:)

2 Aralık 2010 Perşembe

Özel Bir Teşekkür


Günlerdir büyük bir heyeacan, merak ve gerilimle süren öykümüzün bugün son bölümü yayınlandı.
Gerçekten son bölüme kadar tırmanan bir dizi gizemli olay, derin karakter incelemeleri, duygusal anlar, maceralar, uluslararası hatta gezegenlerarası olay örgüsü hepimize keyifle okunacak bir yazı dizisi oluşturdu.

Bu oyuna katılan herkese teşekkür etmek istiyorum.
Hepinizin benim kadar keyif aldığını düşünerek disiplinli ve özverili katılımınız için çok teşekkür ederim.
Sizleri tanıdığım için çok memnunum.

Öykünün tüm parçalarını biraraya getirerek bir dosya oluşturdum. Hatıra olarak saklamak isteyen olursa veya ilk defa okuyacak olanlar için toplu olarak okuma fırsatı olur belki.

Aşağıdaki linke tıklarsanız indirebilirsiniz.
http://www.divshare.com/download/13389506-939
Bu da hepinize küçük bir armağan olsun benden.

Sevgilerimle,

Bu Nasıl Bir Öykü (Son Bölüm) ŞOK!

İHANET BİR BİLMECEDİR


Bundan sonra yapılması gereken tek şey onlar gelmeden önce bu odadan ve Ömer’den kurtulmaktı. Plan işlemeye başlamıştı bile. Orada karar vermişti, Prof. Simon ve Ahmet ile yediği yemekte. Prof. Simon’un gırtlaktan gelen mekanik sesi ile anlattığı hikayeleri dinlemiş, gözlerinde saklı ateşi tanımış, kendini koruma içgüdüsünün verdiği imdat çağrıları ile bu adamın istediğini elde etmek için bütün bir şehri kılıçtan geçirmekten çekinmeyeceğini anlamıştı. Bu oyunun sonunda kim kazançlı çıkacaktı? Prof. Simon’u ve onun arkasındaki gücü belki bu kez atlatacaklardı. Ya sonra… Sonra ne olacaktı? Nereye kadar kaçacaklardı? Ömer’in peşinden sürüklenerek çıktığı bu yolcucukta şehrini, ülkesini terk etmişti. Şimdi de Yıldız Sistemini mi terk edecekti? Kim koruyacaktı onu? Erkin Amca’mı ? Zavallı adamı böcek gibi ezebilecek bir güç vardı karşısında. Sahi Erkin Amca kimdi? Aradan geçen bunca zamanda sonra onun hakkında ne biliyordu? Ona neden güvenebilirdi? Yıllarca Pamuk Ninem diye sarıldığı kadının bile kim olduğunu yeni öğrenmemiş miydi?

Kim koruyacaktı onu ? Ömer mi? Onun ürkek, çekingen Ömer’i mi? Yıllardır itiraf edemediği bir gerçek üzerindeki baskının etkisiyle çıkıyordu zihninin derinliklerinden. Hiçbir zaman itiraf edemediği, itiraf etmeyi sevgisine ihanet olarak gördüğü çıplak gerçek. Evet, o Ömer’i sevmişti. Ama bir kadının, bir erkeği sevdiği gibi değil. Sevgisinin içine gizlenmiş acıma duygusu, saklandığı kovuktan çatal dilini çıkartıyordu artık. Artık biliyordu, onunki aşk değildi. O, Ömer’in çaresizliğini sevmişti, ürkekliğini, korumasızlığını… O, Ömer’in kendisine bağımlılığına aşıktı. Yıllar geçip onlar büyüdükçe bir yandan Ömer’in ona olan bağımlılığı, beri yandan onun Ömer’in müptelalığına olan hayranlığı büyümüştü. Taşınamayacak bir yük kadar büyümüştü.

Kendisini nasıl bir akıbetin beklediğini bile bilemediği bir masada son akşam yemeğini yiyordu belki de. Kararını verdi. Kararını verdikten sonra kulağını işaret edip çantasından kağıt kalem çıkarması, doğru oda numarasını yazması ve yaptıkları amatörce planı ifşa etmesi çok uzun sürmedi. Kulaklıktan kendisini dinleyenlerin bir şey hissetmemesi için Ahmet ile baygın üniversite anıları hakkında konuşurken takındığı soğukkanlı tavra kendisi bile şaşırdı.

Yazan: http://stardustt.blogspot.com/

28 Kasım 2010 Pazar

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 15)

İçeri girdiklerinde hemen valize yönelirler. İçinde günlük, fotoğraflar, gazete küpürleri bulunan bir zarfı valizin içinden alarak görevlerini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği güvenle odadan ayrılırlar.


Bu sırada Aslı, Ahmet ve Prof. Simon yemekten kalkmaktadırlar. Ahmet önce Prof. Simon’u oteline bırakıp, sonrasında Aslı’ya eşlik ederek Aslı’yı bırakmayı teklif eder. Aslı önce kabul etmek istemez. Ancak Ahmet geç saatte Aslı’yı yalnız bırakmanın doğru olmayacağını söyleyerek ikna eder Aslı’yı. Aslı daha fazla diretirse kendisini ele vereceğini düşündüğü için Ahmet’in teklifini kabul eder. Prof. Simon’u kaldığı otele bırakırlarken İstanbul’un güzelliklerinden bahsederler yol boyunca. Aslı büyüdüğü şehri çok özlediğini ve Ömer’in sakladığı bu sır çözülür çözülmez tekrar ülkesine dönmek istediğini söyler. O akşam Aslı’nın söylediği en samimi söz budur aslında…

Prof. Simon’un oteline yaklaştıklarında ertesi gün öğlen yemeğinde bir araya gelmeyi teklif eder Aslı. Günlüğü yanında getireceğini ve bu sırrın çözülmesi için verdikleri destekten ötürü teşekkür eder.

Ahmet ve Aslı yalnız kalmışlardır. Aslı’nın oteline varana kadar ikisi de tek kelime etmemişlerdir. Aslı ertesi günü nasıl kotaracağını düşünürken, Ahmet de sırra bu kadar yaklaşmış olmasının verdiği coşkuyu bastırmakta zorlandığı için hiç konuşmamayı tercih etmiştir.

Bu sırada Prof. Simon telefonun karşısındaki kişiye Aslı’nın odasından aldığı belgeleri vakit kaybetmeden kendisine getirmesini söyler. Profesör Simon yıllarca peşinden sürüklendikleri o belgeleri Ahmet ile paylaşmayacaktır elbette. Belgeleri alır almaz önce cemaat tarafından hazırlanan özel bir uçakla Mısır’a uçacak, buradan da gemiyle Aşdod Limanı’na inecektir. Gemi yolculuğu süresince Aslı’nın odasından aldığı belgeleri konsey ile paylaşacak, camiada hatırı sayılır bir mertebeye erişecektir. Tam da bunları düşünüyorken çalan telefonu ile irkilir. Otelden belgeleri getiren kişi profesörü lobide beklediğini, uçağın kalkış için hazırlandığını ve vakit kaybetmeden alana gitmeleri gerektiğini söyler.

Ahmet ve Aslı ise araçtan inmiş vedalaşıyorlardır. Ertesi gün 13:00’de buluşmak için randevulaşırlar.

Aslı asansörde yine de dikkat çekmemek için önce 1303 nolu odanın katına çıkar. Ahmet’in arkasından onu izleyeceğinden şüphelenmiştir. Katta iner ve 2303 numaralı odaya çıkmak için merdivenleri kullanır. Ömer oda kapısında onu beklemektedir. Aslı Ömer’i gördüğü an koşarak ona sarılır, sinirleri iyice boşalmış titreyerek olanları anlatır.

- Ömer, yarın öğlen buluştuğumuzda ne yaparım ben? Kulağımdaki verici, beni izliyor olmanız umurumda değil. Yarın benden günlüğü bekliyorlar. Ne yapacağım yarın? diye ardı ardına endişelerini sıralar Aslı.

- Merak etme Aslı, yarın Profesör Simon burada olmayacak. diye yanıtlar Ömer.

Aslı soran gözlerle Ömer’e ve Erkin Amca’ya bakmaktadır. Ömer Aslı’yı dafa fazla meraklandırmamak için açıklamaya başlar.

- Aslı’cım her şey tahmin ettiğimiz gibi gelişiyor. Sen akşam Ahmet’le buluşmak için otelden ayrıldığında 1303’e senin bavuluna benzer bir bavul yerleştirdik. Bavulun içine bendeki sarı zarfı, belgeleri ve günlüğü koyduk. Bizim hemen arkamızdan kat görevlisi kılığında bir adam girdi. İstedikleri her şeyi alıp çıktılar. Şimdi o belgeler çoktan Profesör Simon’a ulaşmıştır bile.

- Nasıl olur Ömer? Siz yıllarca bu belgeleri saklamak için uğraşmadınız mı? Yaşadığın ülkeden bile bu belgeler için ayrılmadın mı? Şimdi sen bana kendi ellerinle tüm belgeleri Simon’a verdiğini mi anlatıyorsun?

Bu sırada Erkin Amca lafa girer.

- Aslı kızım; Hakan Binboğa öldüğünde Ömer’e iki sarı zarf gelmişti. Biri ders sırasında öğretmeninize verilen zarftı. Diğeri ise cenaze esnasında, Ömer ve Teğmen Perez cenazenin başındayken teğmenin Ömer’e verdiği zarftı. Orijinal belgeler Teğmen Perez’in elden verdiği zarfta idi. Bu akşam 1303’deki valizde yer alan belgeler gerçek değiller.

Aslı bu kadarını hayal edemezdi… şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyordu.

Ömer, Aslı’nın elini sıkıca tuttu. Neredeyse sona gelmişlerdi ve bundan sonra yapılması gereken tek şey…

Öykünmüzün Seyir Defteri
Yazan: http://lalvebenbuyurken.blogspot.com
Son Bölüm:  http://stardustt.blogspot.com/

26 Kasım 2010 Cuma

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 14)

Bu sırada 1303 numaralı odanın kapısının önünde, kat görevlisi odanın kapısını açmaya çalışmaktadır. Görevli kapıyı açar ve odaya girer. Odaya bir valiz bırakır ve kapıyı kilitlemeden çıkar.


Ömer çocukluk günlerindeki gibi sessizliğe bürünmüştür. Gergin olduğu zamanlarda; içinde kopan fırtınalara ve aklının içindeki sorulara kendi iç sesiyle cevaplar verip çözümler arayan Ömer, bu esnada Teğmen Perez ve Erkin Amca’nın konuştuklarını duyuyor ama aklındaki soruları cevaplamakla meşgul oluyordu.

Aslı ve Ahmet akşam yemeği için oturduklarında Ahmet Aslı’ya iltifatlarına devam eder, ona içtenlikle yardımcı olmayı ne kadar çok istediğini hissettirmeye çalışır. Ahmet ne istediklerini soran garson’a “bir misafirimiz daha gelecek o geldiğinde söyleyelim” dediğinde Aslı Prof. Simon’un da yemeğe katılacağını anlar.

Prof. Simon da gelir ve bir yandan yemek yenirken, bir yandan da yavaş yavaş belgeler hakkında konuşmaya başlarlar.

- “Ahmet bana durumdan biraz söz etti, günlüğü ne zaman okumamız mümkün olur Aslı hanım?” Diye sorar Prof. Simon.

Aslı “günlüğü yanında getirmediğini yarın öğle saatlerinde tekrar buluşup günlüğü Prof. Simon’a” verebileceğini söyler.

Aslı’nın verdiği bu cevap Ahmet’i ve Prof. Simon’u rahatlatırken Aslı da biraz olsun rahatlar. Aslı bir an önce yemeğin bitmesini ve Ömer’in yanına gitmeyi istemektedir. Senelerdir merak ettiği bu sırrın başlarına bunları açacağını bilseydi açar mıydı hiç o kasayı? Aslı bu düşüncelere dalmışken Ahmet Prof. Simon’a Aslı’yla üniversite günlerinden anılarını anlatmaya başlar. Maksatları Aslı’yı oyalamak ve Aslı’nın odasındaki belgeleri adamları vasıtasıyla ele geçirmektir.

Prof. Simon’un görevlendirdiği iki adam 1303 numaralı odaya geldiklerinde kapıyı açarken zorlanmamalarını “kadın milleti işte, makyaj derdine düşmüşken unutmuştur kapıyı kilitlemeyi” şeklinde yorumlarlar. İçeri girdiklerinde hemen valize yönelirler. İçinde günlük, fotoğraflar, gazete küpürleri bulunan bir zarfı valizin içinden alarak görevlerini başarıyla tamamlamış olmanın verdiği güvenle odadan ayrılırlar.

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://caytostayran.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://lalvebenbuyurken.blogspot.com/

25 Kasım 2010 Perşembe

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 13)

Aslı ve Teğmen Perez ‘de artık İstanbul'dadır…


Telefonla Aslı'dan geliş saatini öğrenen Ahmet karşılar Aslı'yı havaalanında.Teğmen Perez ayrı olarak çıkar kapıdan,Ahmet Aslı'nın valizini alır koluna girip çıkışa doğru yönlendirir.

-Hoşgeldin Aslı nasılsın?der.Sesi sanki hiçbir şey yokmuş gibi doğal,yıllardır görmediği arkadaşına özlem doluymuş gibidir.

-Teşekkür ederim İyiyim der Aslı,tedirginliğini gizlemeye çalışarak.

Birlikte arabaya binerler,Ahmet'in farkında olmadığı şey Teğmen Perezin de onları uzaktan takip ettiğidir.
-Annenlere mi gideceksin der Ahmet.

-Annemler şehir dışında,hem bu iş için geldiğimi kimse bilsin istemiyorum,o yüzden otelde rezervasyon yaptırdım diye cevap verir Aslı.

Teğmen Perez ve Erkin Amca güvenlik için otelde kalmanın daha iyi olacağına karar vermişlerdir,bir gün önce gelen Erkin Amca ve Ömer de anahtarı aldıktan sonra otele gelip yerleşmişler ve Teğmen Perezle Aslıyı beklemeye başlamışlardır.

-Günlük yanında mı? diye sorar Ahmet

-Evet yanımda diye cevap verirken,işlerin umduğu kadar sakin gelişmeyeceğini anlar Aslı,her ne kadar doğal davranmaya çalışsa da sesinde ve tavırlarında bir gerginlik vardır Ahmet'in.

-Çok şanslıyız,Prof.Simonda burada. İstanbul'da bir işi çıkmış yeni geldi,der Ahmet gülümseyerek.

-Ne hoş bir tesadüf derken Aslı sesinin doğal çıkmasına gayret etmekdir,oysa Prof.Simonun adını duyduğu anda,buz gibi terler boşanmıştır sırtından.

Otelin önüne gelirler,arabayı parkedip lobiye girerler,resepsiyona doğru ilerlerken Aslı'nın gözleri Ömer ve Erkin Amcayı arar ancak göremez,telaşa kapılsa da bir şey belli etmez.

Aslı resepsiyondaki görevliye adını söyler,kız rezervasyonu kontrol edip,oda anahtarlarını uzatırken.

-Hoşgeldiniz 1303 numaralı oda,odanız hazır,valizinizle biz ilgileniriz der.

Ahmet aklına kazır numarayı.

Ahmete doğru dönen Aslı;

-Çok teşekkür ederim,desteğin benim için çok anlamlı,yıllardır,ailemizi ,Ömeri kemiren bu sırrı çözmemde bana yardımcı olduğun için minnettarım diyerek elini uzatır.

-Arkadaşlar ne içindir der Ahmet gülümseyerek.Sen şimdi biraz dinlen,akşam yemeğinde görüşürüz,tokalaşırlar ve Ahmet otelden ayrılır.

Aslı asansöre yöneldiği anda,

-Aslı hanım afedersiniz bir yanlışlık olmuş,odanız 1303 değil,2303 diyerek yeni anahtarını uzatır resepsiyondaki kız.

Aslı buna bir anlam veremese de üzerinde fazla durmadan yeni anahtarını alıp odasına çıkar .

Odasına geldiğinde Ömer onu beklemektedir.Ömeri görünce sevinen Aslı hemen kollarına atılır.Bir çırpıda olanları anlatır,Ömer;

-Odanın anahtarlarını alırken Ahmet de yanındamıydı diye sorar.

-Evet yanımdaydı

-Tahmin ettiğimiz gibi der Ömer

-Ne tahmin ettiğiniz gibi der Aslı şaşkınlıkla.

-Ahmet'in oda numaranı öğrenmeye çalışacağını düşündüğümüz için önceden tedbirimizi aldık,resepsiyondaki kıza sen geldiğinde yanında bir adam olursa yanlış oda numarası söylemesini,adam gittikten sonra doğru odanın anahtarlarını vermesini tembihledik Erkin Amcayla,çünkü Ahmetin ve Prof.Simonun odanı ve eşyalarını karıştıracaklarından adımız gibi eminiz der.

İyice şaşıran Aslı,

-Nasıl bir şeyle uğraşıyoruz biz Ömer diyerek Ömere sarılır.

Kapı çalar,gelen Erkin Amca ve Teğmen Perezdir.

****
Bu sırada otelden epey uzakta boğaza bakan bir yalıda Prof.Simon pencerenin önünde durmuş,elinde piposuyla boğazın sularını seyretmektedir.

Evin görevlisi Ahmet'in geldiğini haber verir.

-Geldi mi kutsal bilgi kaynağımız diye sorar Prof.Simon ağzındaki dumanı ağır ağır savururken ve koltuğa rahatça oturur.

-Evet geldi,otelde kalacakmış...

-Otel mi? Otel de nerden çıktı der Prof.Simon hiddetle.

-Evde kalmak istemedi,ailesi şehir dışındaymış,oda numarasını da öğrendim der,Ahmet.

-Otelde kalması işimizi zorlaştıracak,onca insanın içinde tanık bırakmadan nasıl hareket edeceğiz ki der,Prof.Simon.

-Bu da o çok övündüğün adamlarının işi profösör,öyle değil mi der Ahmet sinirini belli etmemeye çalışarak.Oda numarası 1303 akşam yemeğe çıkaracağım,biz yokken bol bol zamanları var adamlarının,ellerini çabuk tutsunlar der.

Ayağa kalkar, gitmek için merdivenlere doğru yürüken arkasını döner ve;

-Unutma bu kez de elinde patlarsa bu iş,patrona sen hesap vereceksin,sürekli arkanı toplayamam der.

Sinirden kıpkırmızı olan profösör,hiddetle telefonu eline alıp, adamlarını arar...

****

Bu sırada otelde biraraya gelen Aslı, Ömer,Erkin Amca ve Teğmen Perez de durum değerlendirmesi yapmaktadırlar.

Ömer;

-Anahtarı aldık,artık Güney Irağa gitmek için hazırız der.

Teğmen Perez;

-Mustafa bizi Basra'da (Güney Irak)bekliyor,kendi bilgilerimizi açığa vermeden Prof.Simon'un neler bildiğini öğrenmeli ve derhal Basraya doğru yola çıkmalıyız der.

Erkin amca Aslıya bakarak,

-Prof.Simonla konuştuktan sonra senin işin bitecek ve biz Basraya hareket ettiğimizde sen de Viyanaya döneceksin der.

Aslı;

-Böyle bir şey söz konusu bile olamaz der,Ömer nereye giderse ben de gelirim,hem yalnız kalmam güvenliğim için de tehlikeli olmaz mı der.

-Aslı haklı,hem bu işin içinde bizden çok Aslı yer alıyor,anneannesini unutmayın der Ömer.

Teğmen Perez;

-Pekala hep birlikte harteket edeceğiz der.Otele yerleştiğin ve oda numaran Prof.Simona ulaşmış olmalı,artık daha dikkatli davranmalıyız,adamları bizi bir arada görmemeli,hepimiz odalarımıza dağılalım,sen de biraz dinlen der Aslıya.

-Akşam yemeğinde Ahmetle buluşacağım,ama Prof.Simon da olacak mı bilmiyorum der Aslı.

-Pekela biz takipte olacağız,sen doğal davran yeter der Teğmen Perez.

Herkes ayağa kalkar ve gitmek için kapıya yönelirler,Ömer Aslıya sarılır ve

-Her şey yoluna girecek korkma der.

****

Ahmet saat tam 7'de gelmiş ve resepsiyondan Aslı'ya beklediğini haber vermelerini istemiştir.Ahmet'i lobide bekleyen Aslı,siyah askılı bir elbise giymiş,saçlarını ensesinde sıkı bir topuz yapmış ve sade ama çok şık küpeler takmıştır.Ahmet'e doğru ilerler.

-Merhaba ben hazırım der.

Gözlerini Aslıdan alamayan Ahmet,

-Hazırsan gidelim,çok güzel görünüyorsun der.

Üst katlar da bu konuşmaları dinleyen Teğmen Perez ve Erkin Amca Ömeri sakinleştirmeye çalışırlar,küpelere taktıkları verici sayesinde Aslının her yaptığından haberdar olacaklarını ve takip edeceklerini mikrofondan da konuşulanları kaydedeceklerini,ayrıca Teğmen Perezin adamlarının onları takip edeceklerini hatırlatarak,Ömer'e soğuk kanlı olmasını söylerler.

Bu sırada 1303 numaralı odanın kapısının önünde,kat görevlisi odanın kapısını açmaya çalışmaktadır....

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://halimcehikayeler.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://caytostayran.blogspot.com/

24 Kasım 2010 Çarşamba

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 12)

Belki… teğmen Perez cümlesini tamamlayamadan kapı açıldı. Gelen…


Gelenler Erkin Amca ve Ömer’den başkası değildi. Simon’un evini arştırdıktan sonra Teğmen Perez Erkin amcayla iletişime geçmiş ve Aslı’nın yanında olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Ömer rahat bir soluk almıştı. Teğmen Perez ve Ömeri karşısında gören Aslı büyük bir mutlulukla Ömere sarıldı.

Aslı : “Ömer , senden habersiz kasayı açtığım için özür dilerim ama o kasanın içinde ne olduğunu bilmem gerekirdi. “

Ömer: “ Başına kötü bir şey gelebilirdi senin için çok endişendim. “

Teğmen Perez:”Aslı’ya her şeyi anlatım Ömer. Artık bir plan yapıp Sümer Tapınağına gidip, gezegenimize gitmeliyiz.

Erkin Amca: “ Simon ve Ahmet ortak çalışıyorlar. Aslı, Ahmet seni Simon’un evine bilerek yönlendirdi. Ama bir sonuç elde edemediler.

Aslı: “ Ahmet, üniversitene arkadaşımdı , onun bu işle bir ilgisi oldugunu asla düşünemzdim”

Teğmen Perez: Aslı ve Ömer artık geri dönüşümüz yok. Bu iş tehlikeli çok dikkatli olmalıyız. İstanbula gitmemiz gerekiyor. Ömer, İstanbulda eski evinizde gizli bir geçit var. Orada Sümer tapınağının içindeki bölme için anahtar gizli. O anahtarı aldıktan sonra, Güney Ira’ğa gideceğiz.

Bütün bunlar olurken Prof. Simon ve ekibi Aslı ve Ömeri aramaktadır. Prof. Simon henüz Aslı ve Ömer’in Teğmen Perezle buluştuklarını bilmemektedir. Ahmet ise Aslı ‘yı aramaktadır.

Aslı:” Ahmet, arıyor.”

Teğmen Perez: “Aslı, hiç bir şey olmamış gibi telefonu aç ve Prof. Simon’a ulaşamadığını söyle”

Ahmet: “Aslı merhaba, Prof. Simon’a ulaştın mı? “

Aslı: “Merhaba Ahmet, Prof. Evine gittim ama kendisi evde yoktu.”

Ahmet:” Gönderdiğin fotoğraflardan yeni bulgulara ulaştım ama bunlara İstanbul’a gelip konuşmamız lazım çok önemli”

Aslı (Biraz düşündükten sonra) İstanbul’a Salı günü gelecegini söyler.

Ahmet, telefonu kapattıktan sonra Prof. Simonu arar ve Aslı nın İstanbula gelecegini bildirir. Bunun üzerine Prof. Simon İstanbula gitmek için harekete geçer.

Teğmen Perez:” Hepberaber gitmemiz güvenlik açısından tehlikeli olacagından Ömer ve Erkin İstanbul’a Aslıdan bir gün önce gidip, eski evdeki anahtarı alın. Aslı yı uzaktan ben takip edecegim. Ahmet mutlaka Prof. Simona haber vermiştir. Ve Aslı nın azgından laf almaya çalışcaklardır. Ve Aslıyı takip edeceklerdir.

Erkin Amca ve Ömer İstanbul’a gelmiştir. Ömer ve Erkin Amca eski eve gidip, kitaplığın arkasındaki gizli bölmeyi bulup içeri girerler. Tapına için gerekli anhtarı alırlar.

Aslı ve Teğmen Perez ‘de artık İstanbuldadır…

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://narciceginindunyasi.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://halimcehikayeler.blogspot.com/

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 11)

Aslı ise telaşını teğmen Perez’e belli etmemeye çalışarak kafasında yüzlerce soru işareti ve hızla atan kalbine rağmen gülümsemeye çalıştı.


Mustafa, Prof. Simon’un evine Aslı gelmeden ulaşmış olmanın verdiği bir rahatlamayla içeri girdi. Aslında hem o hem de Perez Aslı’nın Ahmet tarafından profesöre yönlendirildiğini anladıkları an harekete geçmişlerdi. Mustafa kimliğini saklamak zorundaydı, ama eğer teğmen Aslı’yı arabaya binmeye ikna edemeseydi Aslı’ya zarar gelmesi pahasına da olsa bir şekilde o günlüğün profesörün eline geçmesini engellemeliydi. “Neyse ki…” diye iç geçirdi eve girerken. Buraya kadar gelmişken Prof.Simon’la detaylı bir konuşma yapmalı ve neler biliyor öğrenmeli ve elindeki belgeleri yok etmeliyim, bunun için geç bile kaldım diye düşündü. Kapıyı açıp içeri girdiğinde Prof.Simon bir dünya haritasının üzerindeki çeşitli noktalara düştüğü notlara yenilerini eklemekle meşguldü. Kapının açıldığını duyunca arkasına döndü ve önce o eski ayakkabıları gördü, evine sessizce ve izinsiz giren adamı süzmeye başladı. Uzun boylu, zayıf, kavruk tenli, eski kahverengi bir ceket giymiş, hani arkadan görse dikkatini bile çekmeyecek bu adamın gözlerindeki o adeta hipnotize edici bakışlar ve yüzündeki sol gözünün hemen yanındaki üç noktanın oluşturduğu üçgeni görür görmez gözleri hayret ve korkuyla açıldı.

Aslı çocukluğuna ait bir hatıra olan teğmen Perez’in yanında sessizce oturmuş onun anlatacaklarını dinlemek için sabırsızlanıyordu. Perez, eve kadar sabretmelisin dedi. Anlatacaklarım çok önemli. Oysa Aslı’nın kafası çok karışıktı, zihni sorularla doluydu kime güveneceğini bilemiyordu. Teğmen Perez bunca yıl sonra, tam da bugün niye ortaya çıkmıştı? Ömer’in hayatındaki bu sırla ilgisi neydi? Bir ara aklından ışıklarda durduğunda arabadan inip hızla oradan uzaklaşmak geçti. Yüzlerce düşünce kafasından geçerken birden avuçlarındaki yeşil kurdele parçasının sıcaklığını hissetti. Yeşil kurdeleyi kendisine hediye eden anneannesi geldi aklına, çocukluğunu düşündü, annesini, babasını, ailesine küsüp anneannesinin yanına kaçtığı günleri hatırladı. Anneannesini ne çok severdi, pamuk ninesiydi onun. Pamuk ninesini düşününce birden kendini çocukluğundaki gibi güvende hissetti ve gülümsedi. Farklı bir şey vardı pamuk ninesinde, etrafına yaydığı bir huzur dalgası vardı sanki. Onun evinde kimse sesini yükseltmez, küs girenler barışır, sanki pamuk nine etrafına huzur yayardı. Aslı kendini çok mutlu ve güvende hissederdi onun yanında. Aynı huzuru Ömer’in yanında da bulduğunu ve Ömer’le birlikte olmak için belki de bu yüzden bu kadar çaba harcadığını düşündü. Her şeyini bırakıp gelmişti Viyana’ya ve yıllardır dönmemişti ülkesine, hatta çok sevdiği pamuk ninesinin cenazesine bile gidememişti.

Aslı artık kendini güvende hissediyordu, teğmen Perez’e karşı duyduğu şüpheler sanki birden yok olmuştu. Sihirli bir el gelmiş ve Aslı’nın yüreğindeki şüphenin yerine sınırsız bir güven yerleştirmişti. Aslı ninesini, Ömer’i, annesini düşünürken araba durdu, Perez geldiklerini söyledi. Aslı Perez’in sesiyle kendine geldiğinde şehir dışında eski bir apartmanın önünde arabanın durduğunu gördü. Perez’in arkasından asansöre bindi, asansörde derin bir sessizlik vardı. Perez apartman dairesinin kapısını açıp içeri girdiklerinde Aslı gözlerine inanamadı, beklediği eski bir apartman dairesi ve birkaç eşyaydı. Gördükleriyse duvarlara asılmış çeşitli haritalar, gezegen maketleri, bilgisayarlar, masaların üzerinde kağıt yığınları ve devasa bir teleskop…Şaşkınlıkla teğmen Perez’e döndüğünde ilk kez yüzüne dikkatle baktı ve sol gözünün kenarındaki dövmeye benzer üçgeni gördü. İşte o an teğmene niye güven duyduğunu anladı, çünkü aynı işaretten anneannesinde de vardı. Perez, kahve yapmak için mutfağa geçtiğinde Aslı üzerinde çeşitli işaretler olan dünya haritasını incelemeye başladı. Dünya haritasının hemen yanında ise bir yıldız haritası vardı.

Ömer ve Erkin Amca, Prof.Simon'un evine vardılar; kapının açık, her yerin dağınık olduğunu, evde kimsenin olmadığını görünce, şaşkınlık ve korkuyla birbirlerine baktılar. Duvarda asılı olan harita yer yer parçalanmış, kağıtlar yerlere saçılmıştı. Erkin Amca haritanın üzerinde elini gezdirdi, Ömer’e dönerek “Mustafa” dedi. Ömer birden Mustafa’nın ona okul bahçesinde içinde babasının veda mektubu olan sarı zarfı verdiği anı anımsadı. Mustafa’nın adını tekrar duymak, babasının ölümüyle birlikte alt üst olan yaşamını ve çocuk yaşında üstlenmek zorunda kaldığı ağır sorumluluğu anımsattı. Yüreğinden bir öfke fırtınası geçti. Erkin Amca ona dönerek “Öfken yanlış kişiye oğlum, babanın ölümü halinde sana ulaştırılmasını istediği mektubu vermek görevi o zaman Mustafa’ya verilmişti. Duygularını doğru kanalize etmeyi öğrenmelisin. Mustafa bize not bırakmış.” dedi ve haritayı gösterdi. Ömer haritaya baktı ve derin bir nefes aldı. Aslı güvendeydi.

Teğmen Perez elinde kahve fincanlarıyla odaya geri döndüğünde Aslı’dan koltuğa oturmasını rica etti ve sakin, ikna edici bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

- Şimdi duyacaklarını sana anlatıp anlatmamak konusunda uzun süredir kararsızdık.

- Çoğul konuştunuz?

- Evet Erkin ve ben uzun zamandır seni ve Ömer’i koruyor ve takip ediyoruz. Babasının bıraktığı günlük ve şifrelere ilişkin biz de uzun zamandır çalışıyoruz.

Aslı öfkeyle çantasını açtı ve içinden çıkardığı günlüğü masaya fırlattı.

- Ne var bu günlükte Allah aşkına. Bir takım yazılar, şekiller, haritalar…Nedir bunu bu kadar değerli kılan diye haykırdı.

Teğmen Perez kahvesinden bir yudum içti ve derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

- Bu sır yüzyıllar öncesinden bugüne kadar bizler tarafından korundu. Dünya kurulduğunda insanoğlu son derece ilkel koşullarda yaşıyordu, sonra biz geldik.

- Siz kim? diye sordu Aslı.

- Belki Mu kıtasına ilişkin efsaneleri, Mayalar’ı, İnkaları duymuşsundur. Dedi teğmen Perez.

- Evet evin heryeri bu uygarlıkları anlatan kitaplarla dolu, Ömer bu konularda çok fazla okur.

Teğmen Perez ayağa kalktı ve duvarda asılı tahtaya yarım bir daire, altında bir yıldız ve hemen sol tarafına da bir üçgen çizdi, çizdiği şeklin hemen yanında ayakta durarak anlatmaya başladı. Aslı gözlerine inanamadı, bu üçgen teğmen Perez’in sol gözünün kenarındaki dövmeye benziyordu.

Bu sembol eski Mısır hiyerogliflerinde bulunan Sirius yıldızını göstermektedir. Ayrıca pek çok Maya ve İnka tapınağında da Sirius Yıldızı’nın adı geçmektedir. Tek tanrılı dinlerde de adı sıkça geçmektedir. Kuran’ı Kerim’de NECM suresinin 49.cu ayetinde [ Şİ'RA YILDIZININ DA RABBİ O' dur.] denmektedir. Burada bahsedilen Şİ'RA yıldızı, Gökyüzünün en parlak yıldızı olan SİRİUS Yıldızıdır. Yani Dünya'yı koruyan-gözeten, Dünya İnsanlarını yetiştiren-bilinçlendiren-kotlayan-denetleyen Rabsal ve Ruhsal Hiyerarşinin Merkezi olan SİRİUS' un ve oradaki Varlıkların dahi Rab' lerinin olduğu ve Bunun ALLAH olduğu gerçeği açıklanmaktadır.

Aslı şaşkınlıkla, adeta nefes almadan dinliyordu. Perez devam etti.

İşte Dünya ilk kurulduğu zamanlarda Sirius Yıldız Sistemi’ndeki gezegenimizden bir grup olarak bizler Dünya’nıza geldik ve yeni bir medeniyet kurduk. Ancak insanoğlu hırsına yenik düştü ve bizleri yok etmek istedi. Gezegenimizin ileri gelenleri Dünya’yı terk etme kararı aldılar, Dünya’yı korumak ve yeryüzündeki dengeyi sağlamak amacıyla belirli sayıda nöbetçi bıraktılar. Irkımız zaman içinde kromozomlarda meydana gelen birleşmeler sonrası genetik olarak bozuldu ve giderek azalmaya başladık. Biz azaldıkça Dünya’ya kaos hakim olmaya başladı, savaşlar arttı. Bazılarımız güçlerinin hiç farkına varmadan yaşadı, tıpkı anneannen gibi.

Aslı adeta çığlık atarcasına pamuk ninem diye haykırdı. Teğmen Perez Aslı’nın gözlerinin içine bakarak,

-Sakin ol, sana duyacaklarının çok önemli olduğunu söylemiştim. Ömer’in babası gezegenimize giden yolu gösteren yıldız kapısının yerini ve sırrını saklayan emanetçilerden biriydi. İşte bu yüzden de öldürüldü. Yıldız kapısının Güney Irak’ta bir Sümer Tapınağında olduğunu sanıyoruz. Ama henüz Papirüs’ün sırrını çözemedik. Belki… teğmen Perez cümlesini tamamlayamadan kapı açıldı. Gelen…

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://nbkarakitap.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://narciceginindunyasi.blogspot.com/

 

13 Kasım 2010 Cumartesi

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 10)

Ömer ve Erkin amca,profesör Simon'un evine vardılar ve kapının açık, her yerin dağınık olduğunu,

evde kimsenin olmadığını görünce, şaşkınlık ve korkuyla birbirlerine baktılar.

*

Aslı 'bugün o gün' deyip evden çıktı.Serin ve yağmurlu hava yüzünü yaladı.Bir an için eve dönüp, belgeleri
yerine koymayı düşünse de, yıllardır kasada saklanan bu belgelerin esrarının çözülmesini, kocasının
o çok sevdiği gözlerinde,en mutlu anlarında bile oluşan kara bulutların dağılmasını her şeyden çok istiyordu,
artık. Bu nedenle şimdiye kadar ondan hiç bir şey saklamadığı Ömer'e bir anlamda ihanet ederek belgeleri
almıştı.
Sabahın erken saatleri olduğu halde,trafik çok yoğundu.Yoldan geçen taksiye işaret etti.Taksi durmadan,
üstelik pantolon paçalarını ıslatacak kadar hızla geçmişti.'ne zaman yağmur yağsa, taksi bulmak zorlaşıyor' diye düşünüp, geçen her taksiye işaret ediyordu. Sonunda taksinin biri durdu.Bıkkınlıkla bindi taksiye, adresi şoföre verip, koltuğa gömüldü.

Öğrenciliğinde ona uğur getirdiğine inandığı yeşil kurdeladan kesilmiş parçayı çantasından çıkartıp,avucunun içine aldı.
Bugün de uğura ihtiyacı olacaktı.Yeşil kurdelayla oynadıkça, annesinin ördüğü uzun saçları geldi aklına,annesini nasıl özlediğini düşündü, Ömer Türkiye'ye gitmemek için her yıl çeşitli bahaneler buluyordu.'Bu yaz mutlaka gitmeliyim Türkiye'ye, Ömer gelmese bile' diye geçirdi aklından.

Taksi kırmızı ışıkta durunca, daldığı hayallerden gerçeğe döndü.Bir yandan belgeleri,özellikle defterde yazılanları ölesiye merak ediyor,bu sır perdesinin hayatlarından kalkmasını istiyor,öte yandan Prof.Simon'un evine bu kadar yaklaşmışken, hala 'yaptığım doğru mu?' diye tereddüt ediyordu. 'Biraz daha düşünmeliyim' diye sokağa girince taksiden inip,yürümeye başladı. Artık evi görebiliyordu, merak, korku, heyecan, duyguları karmakarışıktı.

Tam bu sırada yanında duran arabadan birinin 'Aslı' diye seslendiğini duydu. Arabanın arka koltuğunda oturan,bu hiç tanımadığ, yaşlı adama korkuyla bakarken,bir yandan da çantasına sıkıca sarılmıştı.

Adam kapıyı açtı, arabadan indi, elini uzatıp,

- Ben teğmen Perez Villagrasa, diye kendini tanıttı.

Aslı için bu isim bir şey ifade etmiyordu,ama ardından adamın söylediği 'Hakan Binboğa' adı Aslı'yı durdurmaya yetti.
 Teğmen Perez, Hakan Binboğa'nın ölümüne tanık olduğunu,"şifre","oğlum","istanbul" sözlerinin anlamını ve ölümün sır perdesini aralamak için tüm hayatını harcadığını ve mutlaka konuşmaları gerektiğini söylüyordu.

Şimdi hayal meyal de olsa, teğmen Perez'in cenazeye refakat edişini, Ömer'e şefkatle bakışını hatırladı.O yıllarda Hakan Binboğa'nın ölümünü araştıran ve Ömer'in ihtiyaç duyduğu zaman arayabileceği bir kişi diye konuşulmuştu.

Bunca yıl sonra bu şekilde karşılaşmaları, teğmenin söyledikleri şaşırttı Aslı'yı. Ama bir an önce Prof.Simon ile buluşmak istiyordu.
Derin bir nefes alıp,etrafına bakındı, tam konuşma önerisini reddetmek üzereydi ki, Prof.Simon'un kapısında asla unutmayacağı bir yüzü gördü.
Bu yıllardır kabusu olan,okula paketi getiren kahverengi ceketli adamdan başkası değildi.Yaşlanmıştı ama, Aslı bu yüzü nerede olsa hemen tanırdı.

Aceleyle arabanın kapısını açıp, kendini arabaya attı. Aslı'yı böylesine telaşlandıran şeyin ne olduğunu merak etse de, konuşmayı kabul etmesi sevindirdi teğmen Perez'i.

Aslı ise...........

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://cepaynasi.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://nbkarakitap.blogspot.com/

12 Kasım 2010 Cuma

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 9)

Ömer yanaklarında duyduğu acıyla uyandı.


- Aslı? ……….Aslı?

- Ömer, oğlum iyi misin? Seni yerde baygın yatar halde buldum. Neler oldu? Aslı nerede?

- İyiyim Erkin Amca? Gözüm karardı birden, bayılmış olmalıyım. Saat kaç?

- Birbuçuk civarı. Kapıyı çaldım kimse açmayınca anahtarımla girdim, sonra seni yerde baygın halde buldum, neler oluyor, nasılsın şimdi, Aslı’yı da aradım ama telefonu kapalıydı?

Ömer telaşla doğruldu ve kasanın yanına geldi.

- Ben iyiyim Erkin Amca. Acele etmeliyiz, sanırım Aslı kasayı açmış ve içindekileri almış.

Ömer odanın içinde hızlı hızlı bir o tarafa bir bu tarafa yürüyordu.

-Yıllarca onu bu konudan uzak tutmaya çalıştım. Onun bütün bunlardan haberi olmamalı Erkin Amca beni anlıyor musun, bu işlere karışmamalı, başının derde girmesini istemiyorum, ya ona bir şey olursa ben ne yaparım, ah Aslı, neden, neden açtın kasayı?

- Ömer sakin ol oğlum, bulacağız onu, merak etme?

- Hemen bulmalıyız amca, elindekileri kimseye göstermeden bulmalıyız hem de, yoksa çok geç olur, biliyorsun yıllardır üzerinde çalışılan gizli bilgiler mevcut o belgelerde, yanlış ellere geçmemeli.

- Aslı bu belgeleri kime götürmüş olabilir bir fikrin var mı Ömer?

- Bilmiyorum ama Aslı’nın e-maillerine bakacağım, belki oradan bir şey bulabilirim.

Ömer, hayatlarının sürekli tehlikede olduğunu bildiğinden çok dikkatli bir yaşam sürmeye özen gösteriyor bunu da Aslı’ya hissettirmemeye çalışıyordu. Aslı’nın e-mail şifrelerini de bu yüzden gizlice öğrenmişti.

Aslı’nın e-maillerine göz atarken Ahmet’le olan yazışmaları gördü. Heyecanla,

- Buldum Erkin Amca, Aslı belgelerin fotoğrafını Ahmet’e göndermiş. Üniversitedeyken arkadaş grubundan biriydi Ahmet. Yıllardır görüşmüyorlar, ben de hiç tanışmadım. Adı Ahmet Seferoğlu.

- Bizimkileri arayıp hemen soruşturalım Ahmet’i,

dedi Erkin Amca ve hemen telefonuna sarıldı.

- Selim merhaba, bana çok acil Ahmet Seferoğlu’yla ilgili bir araştırma yapmanı istiyorum. Viyana Üniversitesi Dünya Tarihi bölümü mezunu. Bekliyorum….. Evet, evet anlıyorum, demek Profesör Simon’la yakın dostlar, bana hemen adresini de ver, evet biliyorum orayı, tamam.

Ömer, merakla bekliyordu Erkin Amca’nın öğrendiklerini duymayı, bir yandan da sürekli evin içinde koşuşturuyor raporlarını topluyor ve sırt çantasının içine alelacele yerleştiriyordu.

Erkin Amca,

- Hemen çıkalım Ömer, dedi evi hızla terk ettiler.

Arabayı Erkin Amca kullanıyordu, Ömer merak içinde,

- Nereye gidiyoruz amca, Ahmet kimmiş? dedi.

- Tam düşündüğüm gibi, Ahmet “Onlardanmış”, yıllardır bu bilgilerin peşindeler, biliyorsun bizler bu belgeleri korumakla görevliyiz, asırlardır devam eden bir görev bu.

Ömer’in, kalbi küt küt atıyor, kesik kesik nefes alıp verirken, Aslı’yı aklından hiç çıkaramıyordu. Aslı’nın tehlikede olabileceği fikri ve çaresizlik onu yiyip bitiriyordu.

-Erkin Amca, babamın belgelerini çocukluğumdan beri koruyorum. Babamın görevini devir aldığım günden beri de bahsettiğiniz şifreler üzerinde çalışmalarımı yapıyorum. Gazete kupürlerinde ki 72 Model Mercedes’in nerede olduğunu dün tespit ettik ve şasi numarasını aldık. Babam o arabayı özel olarak yaptırmış, kendisine bir şey olması durumunda şasi numarasına ulaşmamızı istemiş, ama gazetelerdeki bu şifreyi yeni çözdüğümüz için bu kadar yıl boyunca araba sürekli el değiştirmiş. Neyse ki bulabildik. Tam tahmin ettiğimiz gibi bu numaraları bu sabah yıldız haritasına yüklediğimde kadim belgelerde işaretlenmiş gezegenin koordinatları olduğunu tespit ettik. Arabayı hemen yok etmiştik. Gazete kupürlerinin şifresini çözseler bile bu bilgiyle bir yere varamazlar.

- Bunun bir önemi yok Ömer, asıl önemli olan babanın çalışma defteri, binlerce yıl önce bulunan o papirüsteki İbranice yazılmış yazıyı asırlardır kimse çözemedi. Babanın yaptığı araştırmalarla yeni bir bilgiye ulaşmıştık. Eğer bu defter onların eline geçerse, bu bilgiyi öğrenmeleri an meselesi. Ahmet, Aslı’yı kesin Simon’a yönlendirmiştir. Profesör Simon “Onlar” adına çalışıyor.

Ömer ve Erkin Amca, Profesör Simon’un evine vardılar ve…………

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://sanatnotlari.blogspot.com/
Sıra Kimde:  http://cepaynasi.blogspot.com/

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 8)

"Bugün o gün" dedi içinden Aslı. Kafasında birçok düşünce dolaşıyordu uzun süredir, sevdiği adam uğruna bir maceraya atılmış, çocukluk aşkı Ömer'in peşinden ülke ülke gezmiş ve en sonunda evlenmek için Viyana'da master ayarlamış ve buraya yerleşmişti. 20 yıl öncesini dün gibi hatırlıyordu, gördüğü uzun boylu adamı, elindeki sarı zardı kendi öğretmenlerine verişini, öğretmenin Ömer'i çağırmasını ve Ömer'in bir anda deliler gibi koşmasını. Belki de o andan itibaren aşık olmuştu bu adama. Hayatında bir dönüm noktasıydı o gün, hem kendisi için hem de Ömer için.


Yıllar boyunca bu konu hakkında fazla konuşmamışlardı. Bu konuyu konuşmak istediklerinde Ömer'in yüzündeki acıyı hissediyor, bu yüzden çok fazla üstelemiyordu.Sadece Ömer'in İstanbul'da tehlikede olacağı için taşınması gerektiğini, babasının ona bazı belgeler bıraktığını biliyordu. Ama Aslı kararlıydı; onları bu derece derinden etkileyen bu görevin ne olduğunu araştıracaktı. Ömer'in tüm belgeleri kasada tuttuğunu ve şifreyi onunla bile paylaşmadığını biliyordu. Ömer'in evde olmadığı bir gün, kasayı açmaya karar verdi, önce kendi doğumgünü tarihini denedi kombinasyon olarak ancak kasa açılmadı. Daha sonra düşündüğünde Ömer için hayatının dönüm noktası olan 20 sene önceki o günü hatırladı ve tarih olarak onu deneyince kasanın tık ettiğini gördü. Artık o çok merak ettiği belgeler elindeydi, gazete küpürleri bazı fotoğraflar,notlar, yemek tarifi ve bir de bilmediği dilde yazılmış bir günlük buldu. Şimdi ne yapacaktı? Bunları kasadan alıp yerine koymazsa Ömer'in fark edeceğini biliyordu, acele bir şekilde cep telefonuyla bazı belgelerin fotoğraflarını çekti ve sonra belgeleri yerine koyup kasayı kitledi.

Sonraki günlerde Aslı yaptığından büyük pişmanlık duymuştu, daha önce görevi araştırmak için istekli olduğu halde, kasayı gizlice açtığı için kocasının ona olan güveninin sarsılacağını düşündü. Bir süre hiçbir şey yapamadı, bir yandan da içi içini yiyordu. Sonunda bir gün işyerinde otururken üniversiteden arkadaşı Ahmet'le çektiği fotoğrafları paylaşmaya karar verdi. "Sevgili Ahmet" diye başladığı e-postasında cep telefonundan çektiği fotoğrafları ekledi, bu belgeleri bir yerlerden bulduğunu ama ne olduğunu bilmediğini anlattı. Ömer'den ve babasından hiç bahsetmedi. E-postayı göndermeden önce bir tereddüt etse de doğrusunun bu olduğuna karar verip "Gönder" tuşuna bastı.

Ahmet üniversitedeyken Aslı'nın en iyi anlaştığı insanlardan biriydi üstelik bilgisayardan ve özellikle kriptolojiden çok iyi anlardı. Üstelik sanal dünyada bilinen bir insan olduğu için bağlantıları çok kuvvetliydi, sadece Türkiye'den değil yurtdışında da bir çok insanı tanıyordu. Uzun zamandır Aslı'dan haber almıyordu, bilgisayarını açıp e-postalarını kontrol ettiğinde gönderen kısmında Aslı'nın adını görünce sevinmişti, üniversitedeyken birçok anısını paylaştığı arkadaşı sevdiği adam uğruna Viyana'ya gitmişti. "Hal hatır soracak herhalde" diye düşünürken, e-postada Aslı'nın bazı belgelerin ne anlama geldiğini anlamak için kendisinden yardım istediğini görünce çok şaşırdı. Ekteki dosyaları teker teker açtı; gazete küpürlerindeki tarihleri görünce hemen o gazetenin arşivine girip o sayıyı dikkatle incelemeye başladı, bir de yemek tarifi vardı eklerden birinde, yemek tarifinde bazı harfler yuvarlak içine alınmıştı. "İşte bir bilmeceyle" karşı karşıyayız diye düşündü. Gazete küpürlerinde hep seri ilanlar vardı, küpürler farklı tarihlerde olmasına rağmen biraz inceleyince hepsinin bir ortak noktası olduğunu gördü; 72 model bir Mercedes satılıktı. Daha sonra diğer ekte düzgün bir el yazısıyla yazılmış bir günlüğü gördü, dinler tarihine ilgisinden dolayı bunun İbranice olduğunu bir bakışta anlamıştı, ancak İbranicesi yazanları anlayacak kadar iyi değildi. Aslı'yı aradı, Aslı'nın sesi oldukça heyecanlı geliyordu, Ahmet'e bir şeyler bulup bulamadığını sordu, Ahmet de bir bağlantı bulduğunu ancak günlüğün tamamının çözülmesi gerektiğini, Viyana'daki Yahudi arkadaşı Simon'a güvenebileceğini söyledi. Aslı hemen Simon'un bilgilerini not etti.


Sabahları her zaman Ömer'den erken kalktığı için, kasayı bir kez daha açıp içindekileri aldı, sabah kocasına hiçbir şey olmamış gibi kahvaltısını hazırlayıp, kahvesini koymuştu. Evden çıkarken Ömer'e bir kez daha dönüp baktı, elinde Ahmet'ten aldığı adres "Bugün o gün" dedi.


Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://hepsidetay.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://sanatnotlari.blogspot.com/

11 Kasım 2010 Perşembe

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 7)

-20 sene sonra-


Çalan müzik sesiyle bir anda uyandı, kaç senedir bu şekilde uyanmaya alışmıştı, bir de mutfaktan gelen buram buram kahve kokusuyla. Ayaklarını sürüyerek önce mutfağa gitti, Aslı'nın yanağına bir öpücük kondurdu, Aslı ondan önce uyanmaya alışıktı ne de olsa dakik ve disiplinli bir kadındı, hatta giyinmiş, çok sevdiği parfümünü sıkmış işe gitmeye hazır vaziyette kocasının kalkmasını beklemişti günlük gazeteleri karıştırırken. Ömer kahvesinden koca bir yudum aldı, buzdolabının kapağını açarken gözüne ailesine ait geçmişten gelen fotoğraf ilişti, yine sızladı içi, yine düşündü "neden biz de her normal aile gibi olamadık, neden biz" diye.

Gazeteleri karıştırıp, Aslı' yı uğurladıktan sonra kahve fincanını alıp masasına oturdu, dosyalarını önüne aldı, kalemini aldı, içinde sıkıntıyla dünden yarım kalan raporuna devam etti. Aslı' ya belli etmemeye uğraşıyordu ama hala bir arpa boyu yol alamamıştı, evet o zarfı açtığından beri hayatları geri dönülemeyecek kadar değişmişti, ülkeden taşınmış, akrabalarını, arkadaşlarını, okulunu geride bırakmak zorunda kalmıştı, neyse ki tüm bunların üstüne Aslı' ya kavuştum diye düşündü, Aslı ile yıllarca mektuplaşmışlardı, ara sıra farklı ülkelerde buluşmuşlardı, ama Aslı master için Viyana' ya gelmeseydi belki de evlenemeyeceklerdi.

Nasıl da kötü davranmıştı çocukken Aslı'ya, şimdi arada bir anıp beraber gülseler de o yaşta Aslı'yı üzdüğü için kendine kızıyordu, o olmasaydı belki de babasının mektupta belirttiği karanlık güçlerce yetiştirilmiş, onlara hizmet veren bir zavallıya, bir haine dönüşmüştü.

Burda ilk zamanlar epey zorlanmışlardı annesiyle, yeni bir çevre, dil sorunu derken Erkin Amca çıkagelmiş, hayatlarını epey kolaylaştırmıştı. Babası onları Erkin Amca' ya emanet etmekle ona ne kadar güvendiğini göstermişti, onlar da ona güvenmekte bir sakınca görmemişlerdi. Babasının hayatından çıkmasıyla Erkin Amca' nın hayatına girmesi aynı döneme denk gelmişti, evet onu babası yerine koyamazdı ama amcası yerine pekala geçebilirdi. Bunu daha o meşhur zarfı açar açmaz anlamıştı, içinde babasının o hiç unutamadığı el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı, onu gözlerinden akan yaşlarla bir solukta okumuştu, babası öleceğini anlamıştı, onu ve annesini hayatta tek güvendiği dostu Erkin Amca' ya emanet ediyor, Viyanada kalacak yerlerinin hazır olduğunu, hayati öneme sahip o göreve Ömerin yetiştirileceğini ve Erkin Amca haricinde kimseye güvenmemeleri gerektiğini belirtiyordu.

O görev neydi, Ömer büyüyünceye kadar öğrenmeyi reddetti. Babasını sonsuz karanlığa göndermiş olan o görev her neyse ondan nefret etmeye hazırdı. Ama yıllar geçtikçe babasının boşu boşuna ölüp gitmiş olmasını istemedi, babasının başladığı işi devam ettirmeye karar verdi ve Erkin Amca' yı aradı. Hazırlık süreci böylelikle başlamış oldu.

Şimdi düşünüyordu da, zarflar ne kadar da altüst etmişti hayatlarını. Babasının kestiği gazete küpürleri, eski fotoğraflar, bir yemek tarifi(?), çeşitli notlar, en önemlisi İbranice yazılmış bir günlük. Babasının senelerce notlarını yazdığı, yol haritaları çizdiği o önemli defter.

Tüm bunları düşününce rapora olan dikkati dağıldı ve yıllardır özenle sakladıkları zarflara doğru gitti, amacı günlüğü bir kez daha karıştırmaktı, kasaya doğru giderken huzursuz bir düşünce geçti aklından, odaya girdiğinde kalbi sıkışmaya başladı, kasanın kapağı açıktı ve içi boştu, yere doğru düşerken ağzından çıkan tek kelime “Aslı” oldu.
 
Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://neoyle-neboyle.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://hepsidetay.blogspot.com/
 

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 6)

Sınıfı temizleyen görevli çocuklara aşinaydı aslında. Oğlu Süleyman ya da çocukların arasındaki adıyla “Sümüklü Sarı Süleyman” aynı sınıftaydı.
Kendisi yıllar önce ekmek parası uğruna Karadeniz kıyısındaki köyünden kalkıp okulda hademeliğe başlamış, Süleyman okul çağına gelince de onu yanına aldırmıştı. Oğlunun arkadaşları olduğu için bu sınıftakileri daha iyi tanır, daha çok severdi. Sıranın üstünde bulduğu resme bakıp sıranın altına koymadan önce “Bu Asli da bir garüp çocuk, bugün danismada görduğum kahverengu ceketlu sirik adamun resminu niye çizmiş ola ki” diye düşündü. Resmi koyduğu yerde Aslı’nın yanına alıp çiğnemeyi unuttuğu pembe sakız duruyordu. “Deli kiz” dedi Sümüklü Sarı Süleyman’ın babası, “çiğnemediğu sakizları niye hergun alip durur ki, mezun olana kadar topladiğum sakizlarla bakkal tükkanı açacağum bu giduşle”.


Bu esnada Aslı değil sakızı, dünyayı unutmuştu adeta. Tek amacı bir an önce Ömer ile konuşmaktı. Annesi omuz başında ayakta dikilirken Ömer’in karşısına çöküp yüzüne baktı. Yüzünde gördüğü yalnızca acı değildi, acının yanında korku, merak, heyecan ve yorgunluk da vardı. Aslı bilinçsizce zarfları almak istercesine ellerini Ömer’e doğru uzattı. Aldığı tepki sertti, zarfları göğsüne bastıran Ömer arkadaşını sertçe itti ve arkasını dönüp uzaklaşmak istedi. “Ömer” dedi Aslı çaresizce, “Sana yardım etmek istiyorum, konuşmalıyız”. Lakin cılız sesi ona ulaşamamıştı bile. Ömer’in tek amacı bir an önce eve gitmek ve sakin kafayla olanları düşünmekti.

Ömer evin kapısından girdiğinde avuçlarında zarflar, gözlerinde ise artık zapt edemediği gözyaşları vardı. Salona toplanmış kadınlı erkekli kalabalığı görmezden gelerek odasına doğru gidecekken aniden durdu. Görünüşte her şey bir cenaze evinde olması gerektiği gibiydi. Kanepede oturan gözleri kıpkırmızı annesi, yanında ağlayarak onu teselli etmeye çalışan birkaç akraba, ortada dolanan komşular, fısıldaşanlar, çaktırmadan dedikodu yapanlar. Bunların hepsi olağan görüntülerdi. Ama orada, pencerenin yanında, başları örtülü bir yandan dua edip bir yandan da esasında kendi ölenlerine ağlayan kadınların arasında ayrıksı bir gölge gördü; ince uzun, kahverengi bir gölge. Gölge onu fark edip de hareketlenirken Ömer kendini odasına atmış, kapıyı arkasından kilitlemişti bile.

Kalbi küt küt atan Ömer oda kapısına yaslanıp soluklarının normale dönmesini bekledi. Kapının önündeki ayak seslerini işitiyordu. Anahtarı kilitte bir kez daha döndürürken bir yandan da evdeki kalabalığın bu durumu fark etmemesine şaşmaktaydı, ne deyip de sızmıştı acaba taziye kalabalığına bu gölge. Kendisini Hakan Binboğa’nın çalışma arkadaşı olarak mı tanıtmıştı acaba? “Ah baba” dedi Ömer, “sana nasıl ihtiyacım var, neden gittin, neden beni bu dünyada yalnız bıraktın hem de omuzlarıma taşınması zor bir yük yükleyerek”. Birden aklına geldi: “Tabii ya” dedi, “Aslı, Aslı beni uyarmaya çalışıyordu galiba”. Çaresizdi, ikircikliydi, ne yapması gerektiğine bir türlü karar verememişti. “Neden konuşmasına izin vermedim ki” diye düşünerek pencereye yaklaştı, kulağı kapının önündeki ayak seslerindeydi. Tülün arkasından gördüğü şey birden kalbinin sevinçle atmasına sebep oldu, sokağın köşesinden annesini çekiştirerek hızlı adımlarla Aslı yaklaşıyordu.

Ömer kalbinin çarpıntısı kulaklarında atarken masaya bıraktığı zarflara yöneldi. Zarf elinde tekrar pencereye yanaştı, Aslı apartman kapısından içeriye girerken Ömer de elindeki zarfı açmaya koyuldu…

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://leylakdali.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://neoyle-neboyle.blogspot.com/
 

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 5)

Gemi limana ağır ağır yaklaşırken, Ömer yanında öğretmeni ile birlikte iskelede bekliyordu. Öğretmeni elini Ömer’in omuzuna koymuş, en az Ömer kadar heyecanlı ve tedirgindi ama belli etmemeye çalışıyordu. Aslı, resim defterine Ömer’i çizmeye başladı. Ama bunu yaparken sınıfının penceresinden dışarı bakıyor, kalemi kendiliğinden Ömer’in yüzünü resmetmeye devam ediyordu. Geminin uzun sireni tüm limanda yankılandı. Ömer bir adım ileri gidip omuzunu öğretmeninin elinden kurtardı ancak geri çekildi. Bu esnada Aslı’nın kaleminin ucu kırıldı.


Limanda Ömer’in babasının silah arkadaşları tam kıta hazır bekliyor ve arkadaşlarının cenazesini törenle teslim almak için hazır duruyorlardı. Ömer titrek bakışlarla onlara baktı. Hepsinin yüzünde üzgün bakışlar vardı. Cenaze arabası ışıklar içinde hazır bekliyor, komutanları bütün teslim alma işlerini çok hızlı olması gerektiği yönünde talimatlar yağdırıyordu. Aslı kaleminin ucunu açarken, izlediği okul bahçesinde Ömer’i koşarken gördü. Hızla ayağa kalktı ve hayal gördüğünü anlayıp sırasına oturdu. Ömer öğretmeninin yüzüne bakıp cenazenin başına gitmek istediğini söyledi.

Cenaze gemiden indirilirken, Ömer, Perez’in ağır adımlarla cenazeye eşlik ettiğini gördü. Onu tanımıyordu ama kendisini Perez’e çeken bir hisle doldu içi. Perez, ağır aksak yürürken gözleri bir yandan da Ömer’i arıyor, o kalabalığın içinde gördüğü bir sürü çocuğun içinde Ömer’i kestirmeye çalışıyordu. Ömer’i görmesi gecikmedi. Okulda kimliği belirsiz tuhaf adamın Ömer’e verdiği zarfı tutan çocuk Ömer’den başkası olamazdı. Aslı resme devam etti. Ömer’in yüzü resimde şekillenirken o hala resim kağıdına bakmıyor, dışarıyı izliyordu.

Perez yanındaki subaylarla birlikte Ömer’in yanına gitmeden önce cenaze limandaki bekleme odasına kondu. Ömer öğretmeniyle birlikte odaya doğru giderken öğretmeni Ömer için endişeli, Ömer ise güçlüydü. Dik ve mağrur adımlarla odaya gitti. Cenazenin başına hemen gitmedi. Odanın kapısının önüne gelince durdu. Öğretmeni de Ömer’in hemen arkasında durdu. Ömer elinde tuttuğu sarı zarfı olanca kuvvetiyle sıkmaya başladı. Aslı kalemine hakim olamıyor, çalan tenefüs zilini duymadan sınıfta olanca hızıyla Ömer’i resmetmeye devam ederken dışarıya bakıyordu.

Ömer arkasına döndü.

Öğretmenine odaya yalnız girmek istediğini söyledi. Öğretmeni önce bir adım öne gelip ona eşlik etmek istese de çaresizce başını salladı. Ömer odaya girdi.

Cenazeye sessizce yaklaştı. Elindeki zarf sıkılmaktan buruşmuş bir haldeydi. Bir süre heykel gibi durdu. Gözlerini yavaşça yerden kaldırıp cenazeye doğru bakmaya başladı. Aslı delirmiş gibiydi. Nefes almıyor ve resim kağıdına hiç bakmadan çiziyordu. Okulun bahçesine düşmeye başlayan yağmur damlalarını gördü. Kaleminin ucu bitmiş, Ömer’in resim kağıdındaki çehresi artık çizemeyen kalem yüzünden silik ve belli belirsiz bir halde oluşmaya başlamıştı.

Perez, elinde Hakan Binboğa’nın zarfı olduğu halde cenaze odasının önüne geldi. Ömer’in öğretmenini başıyla selamladıktan sonra çat pat türkçesi ile birşeyler söylemeye çalıştı. Öğretmen Ömer’in içeride olduğunu ve yalnız kalmak istediğini söyledi. Perez bir süre bekledikten sonra elinde zarf ile odaya girdi. Ömer cenaze ile fısıltılarla konuşurken yanına gelip durdu. Ömer Perez’i farketmemişti. Perez bir süre küçük çocuğu süzdü. Onun cesaret ve direncine gizliden gizliye bir hayranlık hissetti içinde. Sonra bozuk türkçesi ile birşeyler söylemek istedi ama Ömer’in onu duyamayacağından emindi. Elindeki zarfı cenazenin üzerine bırakarak çömeldi, Ömer’in omuzlarını tuttu ve ona çok güçlü bir çocuk olduğunu söyledi. Ardından odadan çıktı. Öğretmene bir kaç gün İstanbul’da kalacaklarını, Ömer’in ihtiyaç duyması halinde kendisini arayabileceklerini söyledi ve telefonunu verdi.

Ömer ikinci zarfı uzun bir süre bekledikten sonra eline aldı. Şimdi elinde iki zarf vardı. Aslı boğulurcasına derin bir nefes alıp kendine geldikten sonra kağıda baktı. Gördüğü yüze bir anlam veremedi. Yağmur sağanağa dönüştü. Ömer iki zarfı birden elinde sıkarken Aslı uzun uzun baktığı resim kağıdında oluşan yüzü tanıdı. Belli belirsiz bir çığlık atarak sırasından fırladı. Nöbetçi öğretmene koştu ve annesini aramasını istedi. Annesini okula çağırdı ve birlikte alelacele bir taksiye atlayıp limana gittiler. Ömer odadan çıkıp cenazenin askeri tören için cenaze arabasına konulmasını izlerken, okul dağılmıştı. Aslı annesiyle limana vardı. Ömer’in yanına koştu. Ömer iki zarf elinde heykel gibi dururken yanına gelip durdu. Sınıfı temizleyen görevli Aslı’nın sırasındaki resim kağıdını aldı ve sırasının altına koymadan önce resme baktı. Kağıttaki yüz Ömer’e ilk zarfı veren tuhaf adamdan başkası değildi....
 
Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://syrakuza.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://leylakdali.blogspot.com/

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 4)

Daha fazlasını göremiyordum ve zilin çalması için öyle sabırsızdım ki, birden omzumda hissettiğim bir el beni irkiltti. Dönüp baktığımda sıra arkadaşım Eda olduğunu gördüm. Dışarıya bakmaya o kadar dalmıştım ki, onu dinleyeyim diye öğretmenimizin beni uyarıp durduğunu bile fark etmemiştim. Öğretmen sınıfta sessizce durmamızı, acil bir durum için gitmesi gerektiğini, eğer diğer sınıfları rahatsız etmeden dersin bitmesini beklersek, yarınki derslerden birinde bizi okulun yanındaki oyuncaklara götüreceğini söyledi. Herkes çok sevindi. Ben de ilk anda sevindim, ama aklım acil işin ne olduğuna takılmıştı.


Koşarak öğretmenin yanına gittim.

“Öğretmenim, Ömer nerede?”

“Aslı’cığım, hadi sen şimdi resmine devam et. Ömer’le ben ilgileneceğim.”

“Hayır, ben onu çok merak ediyorum. O gelen adam kim? Ömer niye kaçıp duruyor, ağlıyor? Hâlbuki ben her şeyi dün nasıl yaptıysam öyle yapmış, bugünün de iyi geçmesini istemiştim. Ömer karnıma vurdu önceden, ama ben onun bir üzüntüsü var diye düşünüyorum hep. O yüzden de hiç kızmıyorum ona. Seviyorum ben onu. Merak da ediyorum. Çok sevdiğim peynirli maydanozlu sandviçimi bile onunla paylaşmak isterim. O gelen adam zarar vermez değil mi ona?” Bir solukta söylemiştim bunları. Öğretmenim şaşırmıştı. Omuzlarımdan tutup, masasına doğru yaklaştırdı beni. Ve sanki bir sır paylaşıyormuş gibi fısıldayarak:

“Madem bu kadar endişelendin arkadaşın için, o zaman sana söyleyeyim. O gelen adam onun babası. Tabii ki zarar vermez. “

“Hayır, onun babası değil o amca. Ben biliyorum Ömer’in babasını.”

“Bak, çok heyecanlandığın için sana bunu söyledim. Bırak gerisini büyükler düşünsün. Kafanı bunlarla yorma. Haydi, şimdi resminin başına.” deyip başımı da okşayarak, beni sırama doğru yöneltti.

-Aynı anlarda gemide-

Kaptan Fran Val ve teğmen Perez Villagrasa, asker selamıyla birbirlerinden ayrılırken, teğmenin aklında Türk subayın son sözleri vardı. Mallorca’nın Porto Cristo limanında gemiden ayrılan Perez’in, emanetiyle birlikte uzun bir yolculuğu vardı. Bayrağa sarılı tabutu Türkiye’ye ve ailesine ulaştırma görevini özellikle talep etmişti. “İstanbul” demiş olmasını yadırgamıyordu; Hakan Binboğa oralıydı. Kendi elleriyle hazırladığı paketin, cenazeden önce ailesine iletilmesine özen göstermişti. Çünkü Binboğa’nın kişisel eşyalarının arasından bulduğu notlarda, kendine bir şey olması durumunda, o zarfın belirtilen adrese acilen iletilmesi istenmişti. Son sözleriyle Perez’in bütün merakını uyandıran bu Türk subayın notlarını istemeden de olsa okumuştu. Çok sıkı olmasa da Binboğa ile ilişkilerinin iyi olması, onun son sözleri ve notlardaki ayrıntılar, bu insani görevde yer alması için yeterliydi. En çok da o küçük çocuğu merak ediyordu.

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://mugesandik.blogspot.com/ Sıra Kimde: http://syrakuza.blogspot.com/