8 Kasım 2013 Cuma

Postcrossing ve Kartlarım

Postcrossing'e heyecanla devam ediyorum. Bana gelen özenle hazırlanmış kartları görünce aynı özeni ben de göstererek hazırlamaya çalışıyorum kartlarımı.

Genelde yaşadığımız şehir ve yaşam tarzıyla ilgili kartlar istiyorlar. Ben de bol bol Sultanahmet, Ayasofya, Boğaziçi Köprüsü, bazen de köy yaşantılı kartpostallar gönderiyorum. Çok beğeniliyor. Ara sıra gönderdiğim çini resimli ve minyatürlü kartlar ise en popüler olanları.

Ben arkeoloji ve sanat tarihi ile ilgilendiğimi belirttiğim için bana o tarz kartlar atıyorlar. İşte size birkaç tanesi.... Henüz başlamadıysanız belki heves edersiniz. O zaman şu adrese bir bakın derim. http://www.postcrossing.com

Postcrossing nedir derseniz şuraya tıklayabilirsiniz. http://sanatnotlari.blogspot.com/2012/08/pul-koleksiyonculuguna-dogru.html

 
Bu kart Rusyadan geldi. Tauride Venüs'ü. Hermitaj Müzeinde. St. Petersburg
 

 
Aşağıdaki kart ise Japonyadan geldi.Norman Rockwell'in Mother and Daugter resmi

 
Yukarıdaki kart Almanyadan geldi. Lascaux Mağarasındaki ilkçağ insanlarının duvar çizimlerden.
 

Bu kart ise Mexicadaki bir tapınak. Chichen Itza.

25 Ekim 2013 Cuma

Anne babalar... Bir dakika bakar mısınız:)



Bugün çok güzel bir söyleşiye katıldım. Anne Baba Akademisi başlığı altında "Çocukla İşbirliğini Sağlamak" konulu söyleşide Prof. Dr. Eda Balkas Erdoğan ve Çocuk Psikoloğu Bedia Deliduman konuşmalar yaptılar.
Yaklaşık iki saat esprili yaklaşımları ve örnekli konu anlatımlarıyla çocuklarla iletişimlerimizde sıkça yapılan hataları önümüze koydular. Aslında bilinçsizce ve iyi niyetle yapılan öyle hatalar va rki. En çok vurguladıkları 0-6 yaş arası iletişimin çok özenli ve bilinçli yapılması ve çocuğa yanlışlıkla verdiğimiz mesajların onların ruhsal dünyalarında yaralar açabileceği.
Bir kaç not aldım.
Örneğin çoğunlukla onları suçlayıcı şekilde konuşuyoruz.

"Bak yine musluğu açık bıraktın her yer ıslandı, sana kaç kere söyledim musluğu kapat diye, niye anlamıyorsun sen"

"Oyuncakları dağıtmışsın, hiç toplamıyorsun zaten, ne kadar dağınık bir çocuksun"

"Yemeğini niye yemiyorsun, senin için o kadar uğraştım yoruldum sen bana eziyet mi etmek istiyorsun"

Şunu vurguladılar en çok,

BİLGİ, SUÇLAMADAN DAHA ÇOK AKILDA KALIR

Yukarıdaki yaklaşımlar yerine şunlar söylenmeli kısa ve öz olarak.

"Musluk açık kalırsa etrafı su basar"
"Oyuncaklar dağılmış"

Dikkat ettiyseniz onu direkt suçlayacak bir cümle yapısı değil. İkinci tekil şahıs içermiyor.

Suçlamalar içeren bu tarz konuşmalarımız veya kardeşiyle, arkadaşlarıyla yaptığımız kıyaslamalar onların kendi iç dünyalarında farklı mesajlar yaratmalarına neden oluyor, kendilerini değersiz beceriksiz hissediyorlar bu da dış dünyada davranış geliştirmelerinde kendine güvensiz, çekinik kalmalarına sebebiyet verebiliyor.

İletişimde dikkat edilecek 5 madde varmış. Mesela dişlerini fırçalamasını istiyoruz çocuğumuzun

1) Durumu Gösterme, Anlatma,
Hadi dişlerini fırçala .....değil...... Dişlerin kirli gözüküyor

2) Bilgilendirme
Dişler fırçalanmazsa çürür

3)Kısaca Söylemek
Dişler..... Bu çocuğu düşündürtecek ve ne yapması gerektiğini kendi bulacak, daha önce dişlerini fırçalamasını söylediğiniz çocuğunuza zamanla sadece "dişler" diyebilirsiniz.

4) Duygularınızdan söz edin.
Dişlerini fırçalarsan çok mutlu olucam.
Çocuklarımıza duygularımızdan bahsetmiyoruz. Durumlarla ilgili nasıl hissettiğimizi söylememiz gerekir. Örneğin "Kapıyı açık bırakınca içeri sinekler giriyor ve ben çok sinirleniyorum"

5) Not yazmak,
Çocuklara ufak not yazmak onların hoşuna gidiyor, okuma bilmeyenler için bile merak edici bir unsur oluyor ve yazılanı size sorarak öğreniyorlar.
Mesela yemekten önce çikolata yemek isteyen bir çocuk için annesi mutfağa bir not yazmış. "Mutfak yemek saatine kadar kapalıdır" Merak etmiş ne yazdığını çocuk ve annesinden öğrenmiş. Sonrada kardeşine dönüp mutfak kapalı yemeğe kadar demiş:) Kabullenmiş yani... Bazı notlar esprili de olabilir.
Dişler konusunda banyoya şu not bırakılabilir. "Beni kullanmayı unutma.. Diş fırçan"

Bir de şu örneği verdiler, Diyelim ki çocuk evde azmış koşturuyor ve sizi dinlemiyor, siz ona "Sabrım karpuz kadar" diyorsunuz ellerini açıp, bir müddet sonra
"sabrım portakal kadar "diyorsunuz elinizle gösterip, biraz daha kudurma süresinden sonra
"sabrım fındık kadar" diyorsunuz parmaklarınızla göstererek ve sakinliğe geçmelerini istediğiniz belirtiyorsunuz.
Bu betimleme zaman içinde sizin sınırlarınızı anlamalarına yardımcı oluyor ve onlar size sormaya başlıyor anne sabrın ne kadar diye ve oyunlarını ona göre düzenliyorlar.

İnsan iletişiminde yapılması gereken en önemli başlıklar ise şöyle,

1) Dikkatle dinleyin....
Biri size sorununu anlatırken sessizce ve dikkatinizi ona vererek dinleyin, sürekli soru sorarak onu kesmeyin
2) Anladığınıza Dair Sözcükler Kullanın...
Hmmm, evet, yaaa, öylemi...

3) Duyguları tanımlayın....
En önemli ve en zor maddeymiş, onu anlamaya çalışarak o vakada onun neler hissettiğini bulmaya çalışmak.... Sen çok öfkelenmişsin, hayal kırıklığına uğramışsın... gibi

4)Dileklerini Hayali Biçimde Sunun....
Bu da çocuklara yönelik yapmamız gereken bir madde. Örneğin akşam çocuk sizden çikolata istedi, dolapta kalmadığını farkettiniz...
"Çocuğum şimdi dükkanlar kapalı şuan alamayız ama yarın alırız bugünlük idare et" demek mantıkçı bir yaklaşım olur ve çocuklar bunu kabullenemeyebilir.

Onun yerine "çikolatamız kalmamış keşke olsaydı beraber yerdik" diye aynı duyguları paylaştığınızı önce gösterin sonra da "şimdi düşünsene bu dolap kadar bir çikolatamız olsaydı bir ucundan sen bir ucundan ben yeseydim" gibi hayal ile yaklaşmak onu biraz rahatlatabilecek konudan yumuşak bir geçiş yapmasını sağlayacaktır.

İşte böyle umarım bir kaç ipucu getirebilmişimdir seminerden, konferansın sonunda ufak da bir tiyatro gösterisi yaptılar konuşulanla ilgili, çok komikti ve de düşündürücü.....

24 Ekim 2013 Perşembe

The Gravity - Yerçekim (2013)

Yönetmen: Alfonso Cuaron
Oyuncular: Sandra Bullock, George Clooney

Bir grup astronot uzayda bir uydunun tamiri sırasında beklenmedik şekilde bir kazaya maruz kalırlar ve iki astronot şans eseri kurtulur ve uzay boşluğunda dünyaya dönmenin yolunu ararlar.

Notlarım (spoiler içerebilir benden söylemesi)

Film boyunca kendimizi uzayda hissedebiliyoruz, dünyaya uzaydan bolca bakabiliyoruz, bu açılardan göz doldurucu bir film.

Filmin fonu uzay, boşluk, yıldızlar, sessizlik ve huzur olması gerekirken bir an bile aksiyonun eksik olmadığı konusu ile yerimizde hop oturup hop kalktık doğrusu.

Filmin başlangıcında uyduyu tamir eden ekip, Houstonlarıyla bağlantıda gayet eğlenceli bir sohbet içinde. Bir yanda gayet ciddi bir görev başarılmaya çalışılırken Teksasın üzerinde süzülme anında  kovboy müzikleri eşliğinde Matt Kowalsky (George Clooney) adındaki astronotun esprilerle dolu hikayeler anlatarak bir yanda uzayda serbest dolaşma rekoru kırmaya çalışması, belki de Amerikalıların uzay teknolojisinde ne kadar ileri olduklarını gösterme çabası sanki (binlerce kez yapıldığına işaret eden adeta çocuk oyuncağı bir görev olduğunu vurgulayarak).

Aksiyonu boldu dediğim gibi, müziklerle desteklenmiş gerilim sahneleri ile tansiyonu pek düşürmediler. Gerilim aksiyon severler için tatmin edici bir film diyebilirim.

Aile dramı yine olmazsa olmazı tabii. İllaki başkahramanlardan birinde bir aile dramı olacak ki ölümle yüzleştiğinde izleyiciye bir gevşeme modu yayılsın, yani "ölürse sevdikleriyle buluşacaklar işte" rahatlığı..

Sonuç itibariyle uzay boşluğunun keyfini çıkardık mı çıkarmadık mı anlamadım:) Bu kadar sakin bir ortamda "yıldız savaşlarını" aratmayacak neler oldu neler.
Bırakmadı ki bir düşünelim, ne kadar küçüğüz şu evrende, uzay boşluğu ne büyük ve huzur dolu vs:)

Fragmanında, astronot mühendisin, uydunun üzerindeki tamiri esnasında ipi kopuyor ve uzayda tek başına salınıyor. Ben filme gitmeden şöyle bir konu hayal etmiştim.

O uzay boşluğunda kaybolup gidecek biz de uzayın sakinliğinde görsel pek çok şeye şahit olucaz onun gözünde, ooh üç boyutlu bir uzay yolculuğu, sonra insanlığımızı sorgulayacağız, nerden geldik niye burdayız nereye gidiyoruz, rüyalar, halüsünasyonlar, tanrılar vs...

tabi bunu hayal ettim de, elbette oyunculara ve yönetmene bakınca bunu olmayacaği belliydi:)
Bu dediğim senaryoyu kim yazar ve çeker... Belki Lars von Trier ya da Semih Kaplanoğlu mesela:)

24 Eylül 2013 Salı

Adalar Sempozyumu - 3-6 Ekim'de

Eğer sizde benim gibi İstanbul Adaları tutkunuysanız, her fırsatta adalara gidip temiz havasına, konaklarına, faytonlarına, mimozalarına, tabiatına hayransan kalıyorsanız, adaların oluşumuna, yüzlerce yıllık tarihine, kültürel gelişimine, sorunlarına, ve her türlü bilgiye aşağıdaki sempozyuma katılarak öğrenebilirsiniz. Eminim çok keyifli söyleşiler olacaktır. Bilginize,
http://www.adalarsempozyumu.org/index.html

I.İSTANBUL ADALARI SEMPOZYUMU TAKVİMİ
3 Ekim 2013 Perşembe günü açılış  Yer: CRR 
Saat: 14.00  Açılış konuşmaları
Saat: 14.30  Adalar üzerine değerlendirmeler
Saat: 18.00  Kokteyl
Saat: 19.30 Ada Şarkıları Konseri– Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk     Müziği Korosu

4 Ekim 2013 Cuma       Yer: Büyükada Anadolu Kulübü
Saat: 10.00- 12.20 Birinci oturum
Saat: 14.00- 17.00 İkinci oturum

5 Ekim 2013 Cumartesi  Yer: Büyükada Anadolu Kulübü
Saat: 10.00- 12.20 Birinci oturum
Saat: 12.20- 17.20 İkinci oturum

6 Ekim 2013  Pazar         Yer: Büyükada Anadolu Kulübü
Saat: 10.00- 12.20 Birinci oturum
Saat: 14.00- 17.40 İkinci oturum
 
04 Ekim 2013 Cuma Anadolu Kulübü Büyükada
 
BİRİNCİ OTURUM
 
1
10.00-10.20
Esen KayaBizans Döneminde Sürgün Yeri Olarak Adalar
2
10.20-10.40
Prof. Dr. Erendiz ÖzbayoğluTh. Stoudites’in Heybeliada Sürgün Yılları
3
10.40-11.00
İzzet Umut Çelik Bir Tecrit Mekânı Olarak Bizans Devri Adalar Manastırları
4
11.00-11.20
İrfan DağdelenOsmanlı Arşiv Belgeleri ve Diğer Bazı Kaynaklara Göre Osmanlı Döneminde Adalar (Yerel Tarih Araştırması Örneği)
5
11.20-11.40
Cavid Kasimov   Azerbaycan Gezgini Hacı Zeynel Abidin Şirvani’nin Seyahatnamesinde İstanbul Adaları İle İlgili Malumalar 
6
11.40.12.00
Öğr. Gör. Nefise Burcu Yağanİstanbul Adaları’nın Gravür, Harita ve Fotoğraflara Yansıyan Sayfiye Tarihi  Üzerine Değerlendirmeler
7
12.00-12.20
Mihriban Arslan Büyük            Kuruluşundan bu yana Deniz Harp Okulu'nun Adalara kattığı değer ve  yetiştirdiği mümtaz şahsiyetler 
 
ARA
  
İKİNCİ OTURUM
 
1
14.00-14.20
Prof. Dr. Meral AvcıAdalar’ın Bazı İlginç Bitkileri: Dağılışları ve Ekolojik Özellikleri
2
14.20-14.40
Kerem Yılmaz XX. Yüzyılın İkinci Yarısından Sonra Yaşanan Göçlerin Adalar’daki Sosya-  Ekonomik Yaşama Etkisi
3
14.40-15.00
Fatma CoşkunHeybeliada’nın Değişen Gündelik Yaşam Pratiklerinin Sosyo-mekânsal  Görünümleri
4
15.00-15.20
Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCANAdalar’da Deprem Olursa Ne Olur?
5
15.20-15.40
Doç.Dr. Begüm Sertyeşilışık     Adalar’da Turizmin Dört Mevsime Yayılması Üzerine Bir İnceleme
6
15.40.16.00
Murat ŞahinBüyükada Üzerine Gözlem ve Öneriler
7
16.00-16.20
Taner Yıldız- Uğur Uzer - F. Saadet Karakulak İstanbul Prens Adaları Kıyı Balıkçılığı
8
16.20-16.40
Zeynep Ceylanlı Yirminci Yüzyılın İlk Çeyreğinde Büyükada: Üç Köşk Üç Aile
 
 
  
 

05 Ekim 2013 Cumartesi  Anadolu Kulübü Büyükada
 
BİRİNCİ OTURUM
 
1
10.00-10.20
Doç.Dr. Seher Demet Yücel Biyofilik Bir Yerleşme Olarak Adalar
2
10.20-10.40
Elvan Ada İstanbul Adaları’nda Peyzaj Bozulmalarını Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
3
10.40-11.00

Canan Koca, Neslihan Barıştekin
Prens Adaları’nın Doğal Değerlerinin Korunması ve Fizikî Mekân        Planlaması İlişkileri
4
11.00-11.20
Araş. Gör. Aysun Aygün Heybeliada Merdivenli Sokaklar ve Meydanlarının Mekânsal Bütünlük   Bağlamında İncelenmesi
5
11.20-11.40
Y. Mimar Selin KarsanBurgazada’nın Kentsel ve Sosyal Dokusundaki Çözülmeler
6
11.40.12.00
Ahmet Aslan Suvar Özgün Bir Kentleşme Pratiği: Sedef Adası
7
12.00-12.20
 Mustafa AkgülAlternatif Ulaşım Yolları Olarak Atlı Yolları
 
ARA
  
İKİNCİ OTURUM
 
1
14.00-14.20
Y. Doç. Dr. Hatice Özyurt Özcan, İstanbul Adaları’ndaki Bizans Dönemi Anıtları
2
14.20-14.40
Yrd. Doç. Dr. Ersoy Soydan Adalar’daki Rum Ortodoks Manastırları ve Popüler Bir İnanç Merkezine Dönüşen Hagios Georgios (Aya Yorgi) Manastırı
3
14.40-15.00
Doç. Dr. Rabia ÖzakınAdalar’da Osmanlı dönemi Bir İbadet Yapısı: Büyükada Hamidiye Camisi
4
15.00-15.20
Enis AkovaBüyükada Hamidiye Camii’nde, 2009-2010 Yıllarında Yapılan Onarımların Değerlendirilmesi"
5
15.20-15.40
Umut AkyüzBüyükada Anadolu Kulübü Otel Binası
6
15.40.16.00
Yard. Doç. Dr. A. Binnur Kıraç – Heybeliada’nın Üretim Kültürüne Ait Bir “İz”in “Miras” Olarak  Geleceğe Aktaracakları Üzerine; “Tarihî Yel Değirmeni”
7
16.00-16.20
Y. Mimar Yeşil Özerdem – Prof. Dr. Zeynep Ahunbay Kalvokoresis Köşkü ve Koruma Önerileri
8
16.20-16.40
Doç. Dr. Yegan Kahya – Y. Mimar Müge Alsancak FırtınaYitirilmiş Mimari Bir Değer: Burgazada Kevencioğlu Köşkü- Yitirilmiş Mimarî Bir Değer: Burgazada Kevencioğlu Köşkü
9
16.40-17.00
Fatma Zeynep ÖzkoçakBüyükada’daki Cumhuriyet Dönemi ve Sonrası Sivil Mimari Örnekleri
10
17.00-17.20
Prof. Dr. Mehmet Akif Ceylan – Araş.Gör.Ali Çeker-Araş.Gör.Celal Şenol İstanbul Adaları’nda Su ve Başlıca Su Yapıları
05 Ekim 2013 Cumartesi  Anadolu Kulübü B.ada
 
İKİNCİ SALON
 
1
14.00-17.00
Jeofizik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesiİstanbul Depremi ve Adalar
06 Ekim 2013 Pazar  Anadolu Kulübü Büyükada
 
BİRİNCİ OTURUM
 
1
10.00-10.20
Yrd. Doç. Dr. Ömür Munzur İnsanın İçselleşmesinde, Kültürlerarası Kaynaşmada ve Bu Olguların Sanatla İfade Edilmesinde Adalar’ın Önemi
2
10.20-10.40
İsmail Hakan Akçaoğlu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kartpostallarda ve Efemerada Adalar’da Demografik Yapı ve Sosyal Hayattaki Değişimler
3
10.40-11.00
Prof. Dr. Murat Koç Yeni Türk Edebiyatı’nda İstanbul Adaları
4
11.00-11.20
Nebahat YusoğluKelebek Mecmuası’nda Adalar
5
11.20-11.40
Mehmet GüntekinTürk Musikisi’nde Adalar
6
11.40.12.00
Seher Keçe TürkerÇok Yönlü Yazar Sait Faik Abasıyanık’ın Hikâyeleriyle Burgazada’ya    Katkıları
7
12.00-12.20
Doç. Dr. Ali Şükrü Çoruk Bir Ada Şairi Olarak Fazıl Ahmet Aykaç
 
ARA
  
İKİNCİ OTURUM
 
1
14.00-14.20
Dr. Zeynep Demircan AksoyTürk Resminde İstanbul Adaları
2
14.20-14.40
Özden ÇelikMüze Ev Kavramı Bağlamında Adalar Bölgesi Müzeleri
3
14.40-15.00
İnanç CivazMüzeler ve Toplumsal içerme: Modena Müzesi’nin Öğrettikleri
4
15.00-15.20
Alp Sunalpİstanbul Adaları ve “Öteki Kültür Mirası
5
15.20-15.40
Öğr. Gör. Mimar Dr. İnci Olgun – Yrd. Doç. Dr. Bahar Aksel İstanbul’un Zamanı Yavaşlatan Parçası: Adalar
6
15.40.16.00
Haldun Özgü – Yrd. Doç. Dr. Elif Akdağ Göçekİstanbul Adaları’na Sakin Şehir Sertifikası Kazandırılması
7
16.00-16.20
Elvan Ada İstanbul Adaları’nın Kültürel Peyzaj Olarak Değerlendirilmesi
8
16.20-16.40
Y. Mimar Selin KarsanKültürel Peyzaj Alanı Olarak Büyükada
9
16.40-17.00
 Doç.Dr.Begüm SertyeşilışıkAdalar’da Sürdürülebilirlik
10
17.00-17.20
Tolga Öztürk - Necmettin Şentürk - Mustafa Akgül,          Turizm Açısından Alternatif Ulaşım Yollarının Belirlenmesi: Büyükada Örneği
 
 
 

20 Eylül 2013 Cuma

Kim Ki Duk ile Söyleşi ve Arirang

2 yıldır, Kim Ki Duk diye diye ve filmlerini izleyip anlata anlata bitiremedim. Sonunda yüzyüze de tanışmış oldum.
Güney Kore Türkiye  Kültür Expo organizasyonu sebebiyle İstanbul'daki Kore filmleri gösterim haftasının onur konuğu oldu ve Marmara Üniversitesinde "Pieta" adlı filminin gösteriminin ardından 2 saat bir söyleşi yaptı.
Tıklım tıklım doluydu salon, Güney Kore filmlerine ve özellikle Kim ki Duk'un kendisine hayranları gerçekten çoktu, özellikle sinema öğrencilerinin ve Marmara Üniversitesi Sinema Bölümünün Başkanı bile onu öve öve bitiremediler ki onlara ben de katılıyorum bu konuda.

Kim ki Duk, bize kısaca o çok ilginç anektodlarla dolu yaşam hikayesini anlattı.

Kendisi fazla okumamış ve 15 yaşında bir fabrikada çalışmaya başlamış, sonra denizci asker olmuş. 30'lu yaşlarında yurtdışına gitmiş, Paris'te ilk kez film seyretmiş ve şok olmuş, yaşı 33 iken. Biz de bunu duyunca şok olduk tabi.

İlk seyrettiği film Kuzuların Sessizliği imiş. 2 yıl sanırım yurtdışında yaşamış,

Ülkesine döner dönmez tüm yaşamı boyunca gözlemlediği şeyleri hikayeleştirip yazmaya başlamış ve senaryolar oluşturmuş, hiçbir eğitim almadan film yapmaya soyunmuş ve 2011 e kadar 15 yıl içinde 15 film yapmış. Durmadan yazmış, her filmin senaryosunu kendi yazmış, yönetmenliğini kendi yapmış, zaman zaman da küçük rollerde oynamış. (Spring, Summer, Autumn, Winter...Spring)
Her film bittiğinde yeni filmi için hazırlıklara başlamışmış bile.

Her zaman yeni filmlerini düşünür geriye dönüp eski filmlerini izlemezmiş. Öyle ki bir gün Tv de bir film izlemiş ve çok beğenmiş bittiğinde kendi adını görünce şaşırmış:)

Ona eski filmleri ile ilgili sorular sorulduğunda pek hatırlamadığını söylüyor, yarım yamalak cevaplar veriyordu. Onun üzerine soru soranlar önce "x" filminiz hatırlıyormusnuz diye teyid alır oldular.

Gelgelelim 2011'de çektiği "Dream" adlı filmin çekimleri sırasında meydana gelen talihsiz bir olay ve üzerine meslektaşlarının sadakatsizliği sonucu kabuğuna çekilen Kim ki Duk 3 yıl bir köy evinde sürgün yaşatır kendine.
İşte o sırada yaşamının anlamını bulduğu film çekme aşkının baskılarına dayanamaz ve "Arirang"ı çeker.
Bir el kamerasıyla hiç bir teknik ekipman kullanmadan, yönetmenin, ışıkçının, montajcının, oyuncunun kendi olduğu belgesel nitelikli bu film, Kim ki Duk tüm iç dünyasını ve iç hesaplaşmalarını olduğu gibi ortaya koyarken, sürgün evindeki yaşamını da detaylarıyla gösterir.

Film bittikten sonra gösterip göstermemekte çok tereddüt eden Kim ki Duk sonuç itibariyle Cannes Film Festivalinden bu filminden ödül ile döner.

Söyleşide hala o evde yaşadığını belirtti fakat artık film çekme orucuna son vermiştir ve Arirang'ın üzerine 3 film daha çeker. Bunlardan bir tanesi işte söyleşi öncesi gösterilen "Pieta" dır.

Pieta başlı başına bir yazı konusu olmasına rağmen yine çok dokunaklı ve düşündürücü bir hikayeyi ele almakta ve tipik olarak Duk'un insani duyguları çok farklı yaklaşımlarla ortaya çıkarma özelliğini korumakta.

Söyleşi Kim ki Duk'un meşhur Arirang şarkısını söylemesiyle son buldu. Arirang'ı seyredenler bu şarkının onun için önemini bilirler:)

Arirang, Kim ki Duk severlerinin yanısıra, başarılarla dolu bir çalışma yaşamı olan, tüm dünyada saygınlık kazanan, ülkesine iyi yönde hizmet ettiği düşünülüp ülkesi tarafından onurlandırılan bir insanın, iç dünyasının hassasiyetlerini, kırılganlıklarını, ve iç hesaplaşmalarını görmek açısından mutlaka izlenmeli.
Ayrıca teknik açıdan, bir kişinin kendini filme almasının sinema severler açısından görüntüsel detaylarını düşünerek ve gözlemleyerek bu filmi izlemesi çok öğretici ve ilginç olacaktır.



31 Temmuz 2013 Çarşamba

Hoş

Gülçin Ergül & What Da Funk - Maybe ( Emeli Sandé Cover ) / #akustikhane...


19 Temmuz 2013 Cuma

Belgesel: Hasankeyf ve Amazon'un ortak hikayesi

Damocracy belgeseli, Amazon ve Hasankeyf'in ortak hikayesinden yola çıkarak büyük barajların iddia edildiği gibi 'temiz' enerji olmadığını ortaya koyuyor.

Kanadalı yönetmen Todd Southgate, dünyanın en çok tartışılan iki baraj projesi olan Brezilya'daki Belo Monte ve Türkiye'deki Ilısu'yu konu alan bir belgesel hazırladı. 

Southgate, ilk yolculuğunu Brezilya'nın görkemli Amazon ormanlarına, yerli kabilelerin yaşadığı bölgelere yaptı. Oradan Türkiye'ye gelen yönetmen, Hasankeyf başta olmak üzere Mezopotamya'nın bereketli ovaları ve derin vadilerine giderek yaşamları baraj projeleriyle tehdit altında olan ve bu barajlara karşı mücadele veren yerel halklarla, bunun yanı sıra sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve avukatlarla görüştü.

Bu belgesel, Dicle ve Xingu (Şingu) nehirlerinin beslediği topraklarda binlerce yıldır varlığını koruyan yerel halkların, kültürlerin ve yaban hayatının barajlarla nasıl yok edileceğini gözler önüne seriyor.

Aynı zamanda, gezegenimizin akciğerleri olan Amazon'u ve medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya'yı yok edecek barajların 'temiz' enerji adı altında iklim değişikliğine çözüm olarak sunulmasını da eleştiriyor.
http://dogadernegi.org | 



Buda Hasankeyf Belgeseli

4 Temmuz 2013 Perşembe

İki Film: Leaves of Grass ve Soul Kitchen


SoulKitchen
Soul Kitchen Film Afiş

Şans eseri peşpeşe seyrettiğim iki film ilginç derecede pekçok yönüyle kesişiyor. O yüzden ikisinden de aynı anda bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri Edward Norton’un son filmi “Leaves of Grass” ve ilk gösterimi 2009 Toronto Film Festiavlinde yapıldı. Diğeri ise Fatih Akın’ın yazdığı ve yönettiği ödüllü filmi “Soul Kitchen”.
Genel hatlarına bakıldığında iki filmde de birbirlerinden çok farklı yaşam tarzları olan iki kardeşin kendi içlerinde dengeyi bulma mücadelesi yaşanmakta. İkisinde de biryanda dürtüleriyle hareket eden ve yasal olmayan yollarla geçinen bir kardeş varken diğer yanda düzgün ve mütevazi bir hayat sürmeye çalışan hatta kendini işe adamaya yönelmiş diğer kardeş bulunmakta.
İki hikayenin de tartıştığı benzer sorular şunlar: Birgün bu kardeşler aynı aileden oldukları için birbirlerinin hayatlarının içinde yeralmaka zorunda kalırsa ne olur? Daha doğrusu kendi halinde yaşayan kardeşin başına ne işler gelir? Kardeşine güvenmek doğal bir içgüdü müdür?
Asıl ilgimi çeken bir benzerlik daha var ki, bu belki de felsefi altyapılarını oluşturuyor iki filmin. Leaves of Grass’ın açılış sahnesinde profesör öğrencilerine Sokrates’ten bahseder, insanın hayatını kontrol etmesi gerektiğini, tutkuların ne kadar masum gözüksede disiplinize edilmesi gerektiği düşüncesini anlatır. Sokrates’i ön plana çıkaran bir açılışa sahip olan bu filmden sonra Soul Kitchen’a baktığımızda esas kahramanımızın yaşlı kiracısının ismi Sokrates’tir ve yine ilk sahnede karşımıza çıkar.
Peki Sokrates’e hangi amaçla gönderme yapıyor olabilirler diye düşündüm ve şununla karşılaştım: Ahlak felsefesinin kurucusu Sokrates’in inançlarından birisi şudur: “Ruhunun temiz kalması koşuluyla insanın başına gelen talihsizlikler görece önemsiz şeylerdir. Kişinin uğrayacağı gerçek felaket ruhun çürümesidir. Bunun içindir ki adaletsizliğe katlanmak, adaletsiz bir iş yapmaktan çok daha az zarar verir insana.” İşte bu iki filmi de ve özellikle Soul Kitchen’i epey açıklıyor bence.
Soul Kitchen, pişmiş tavuğun başına gelenlerden daha fazla aksiliklerin yaşandığı fakat gerçekçi ve hayatın içinden yansımalarla kaleme alınmış bir senaryo. Öyle ki, komedi unsurları olayların akışıyla, karakterlerin düştükleri durumlar üzerine oturtulmuş. Baş kahramanlar olan Kazancakis kardeşlerin rum kanından olmasıyla da, akdeniz ruhunu yansıttıkları için duygularını çok doğal ve yüksek seviyede ortaya koydukları bir hikaye bu. Baştan sona çok eğlenceli, yüksek tempolu ve harika müziklerin eşlik ettiği bir film. İnsana dair herşey var içinde, dostluk, aşk, aile ilişkileri ve hayallerini farklı yöntemlerle gerçeklemeye çalışan bir dolu insan. Emin olun bittiğinde yüzünüzde küçük bir gülümseme bırakacak
Kazancakis kardeşlerden Zinos, eski bir fabrikayı restorana çevirmiş ve fast food tarzında özensiz yemekler hazırlamaktadır. Buna rağmen belli bir müşteri potansiyeli de bulunmaktadır. Bir restorandan kovuluşuna tanık olduğu gurme şefi işe alır. Kendi bildiğini okuyan, sanatçı ruhlu, deli dolu şef az olan müşteriyide kaçırır. Maliyeciler ve sağlık müfettişleri ile iyice daralan Zinos’un kız arkadaşı Nadine ise iş için Shangaya gider, tüm bunların üzerine bir de bel fıtığı olur.
Bu arada hapisten hergün izinli çıkan kardeşi İllias abisinin restoranında çalışmaya başlar. Sokakta karşılaştığı okul arkadaşı emlakçı olmuştur ve restoranınıı ona satması için tüm gücünü kullanmaktadır.
leaves_of_grass
Leaves of Grass Film Afiş
Bir müddet sonra restoranın civarında açılan bir müzik okulu sayesinde para kazanmaya başlarlar ve Nadine’in yanına gitmek üzere mekanı kardeşinin üzerine devreder. Fakat bu kararı herşeyi alt üst edecektir.
Edward Norton’un tek yumurta ikizlerini canlandırdığı, Leaves of Grass filmine baktığımızda ise, ikizlerden biri olan Bill, Ivy League’de yani ABD’nin en seçkin üniversitelerinden birinde felsefe profesörü olmuş ve hayatını akademik kariyerine adamışken, kardeşi Brady doğduğu şehir olan Oklahoma’da modern bir marihuana üretim çiftliği kurmanın peşinde ve mafyaya borçlanmış durumdadır.
Kokain bağımlısı anneleri huzur evinde kalmaktadır ve yıllardır Bill ile görüşmemektedirler.
Brady, başındaki beladan kurtulmak ve büyük projesini hayata geçirmek için kardeşi Bill’e ihtiyaç duyar ve kendi cenazesi yalanıyla onu Oklahoma’ya getirtir. Her ne kadar istemesede Bill bu planın bir parçası durumuna düşer.
Bu filmin eğlence seviyesi diğerine göre düşük olsa da asıl özelliği dijital teknolojinin harika bir örneği olması. Edward Norton’un canlandırdığı ikizler, çoğu sahnede beraber gözükmekle kalmıyor, kavga ediyor, birbirlerine sarılıyor ve yakın temasta bulunuyorlar. İkizlerden birini ağır aksanlı diğerini ise büyükşehir tiplemesiyle canlandıran Edward Norton, hem şive, hem karakteristik özellikleri ortaya çıkarmakta çok ustaca bir iş yapmış.
Aslında kara mizah türünde olan Leavse of Grass çok akıllarda kalacak bir film gibi gözükmüyor, hikaye sanki “olması gereken de buydu” vicdanıyla zorlama bir finalle bitiriliyor.
Edward Norton hayranıysanız ve onu bir komedi – dram filmiyle uzun zaman sonra tekrar izlemek isteyenlere tavsiye ederim.

Not: Bu yazım 4 Mayıs 201 da www.artimetre.com da yayınlanmıştır.

21 Mayıs 2013 Salı

Müze meraklılarına

www.muze.gov.tr harika bir web sitesi hazırlamış.
İstanbul'dan Hatay'a, İzmir'den Gaziantep'e, ülkemizin en önemli açıkhava ve kapalı müzelerini sanal olarak gezme imkanı veriyor.
Mükemmel kalitede görseller ve üç boyutlu turlarıyla müthiş bir site.
Bir de online okunabilen 3 ayda bir yayınlana dergisi... http://muze.gov.tr/dergi
Müzekart hakkında da detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz.
www.muze.gov.tr

8 Mart 2013 Cuma

Django Unhained (2012) - Tarantino

Django Unchained (2012)
Yönetmen: Quentin Tarantino
Oyuncular: Jamie Foxx, Christoph Waltz, Leonardo diCaprio

Konu: Amerika'nın İç savaş öncesinde bir kelle avcısı (Dr Schultz) ile köle bir adam (Django) işbirliği yaparak Güney'in azılı suçlularının peşine düşerler.

Filmle ilgili:

- Tarantino yazdığı ve yönettiği bu film içn şöyle demekte.
"Amerika'nın yüzleşmeyi sevmediği kölelik konusunu "büyük bir olay" olarak ele almak yerine bir Spagetti Western şeklinde senaryolaştırmayı ama içinde Amerikanın utandığı her türlü konuyu barındırmasını da istedim."
Gerçekten de, film baştan sona, kölelerin çektiği azap dolu yaşamlarını, beyazlar tarafından neredeyse insan yerine konulmadıklarını defalarca ortaya koyuyor. Yine de bu sarsıcı gerçekler bir masal anlatıyormuşcasına beyaz perdeye taşınıyor Tarantino tarafından. Özellikle filmin bitişinde bunu çok daha iyi hissediyor izleyici.




- Filmin müzikleri gerçekten güzeldi.
Western klasik müzikleri, Bach, ve Verdi'nin requemi gibi klasiklerin yanında, Rick Ross'un "100 Black Coffins" inden oluşturulmuş soundtrack. Kesinlikle arşivde olması gereken bir albüm olarak düşünüyorum.

- Gelelim Tarantino'nun meşhur kanlı sahnelerine. 
Kill Bill'den, ve hatta Inglorious Basterds'tan sonra daha az kırmızı olmuş diyebilirim. Filmin sonlarına kadar tutmuş kendini Tarantino. Ve sanırım en eğlendiği sahneleri sona saklamış. Eğlendiği apaçık çünkü bu kanlı çatışma sahnelerini öyle bir sunuyor ki her seferinde sanki bir yaplı tabloya sürreal bir çalışma yapan ressam gibi görüntüler dizayn ediyor.  
Gözünüzü kırpmadan bu tablonun oluşumunu seyretmek istiyorsunuz. Hatta böyle bir vahşet anını bile trajikomik bir şekilde sunuyor ki size eğlenmekten başka birşey bırakmıyor.

- Django Unchained kazandığı pek çok ödülün yanısıra Tarantino'ya En İyi Senaryo dalında Oscar'ı kazandırırken, Christoph Waltz'a da En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ını kazandırdı. 100 Milyon $ a malolan film şuana kadar 4 katı getiri elde ederek Tarantino'nun da en yüksek getirili filmi olmuş.

20 Şubat 2013 Çarşamba

Hitchcock (2012)

Yönetmen: Sacha Gervasi
Oyuncular: Anthony Hopkins, Helen Mirren
Tür: Biyografi

Konusu: 1959 yılında Alfred Hitchcock son filmi North by Nortwest filmiyle bir başarıya imza atmıştır. Ama yaşlandığını hisseden Hitchcock artık yepyeni bir tarz yaratmak ister ve eline geçen Phsyco (Sapık) kitabıyla korku türünde bir film yapmanın heyecanı sarar onu. Ne film şirketinden ne de camiadan destek bulamayınca bağımsız olarak filmi çekmeye karar verir.

Notlar:

- Biyografik tarzda filmler herzaman ilgi çekici olmuştur benim için üstelik son dönem makyaj teknikleriyle de görsel olarak desteklenince sanki belgsel izliyormuşcasına inandırıcı ve etkili olmakta bu tür.
FBI'nın kurucusu  olan J. Edgar'ın biyografi türündeki aynı isimli filminde de bu etki mükemmel bir şekilde yaratılmıştı.

- Hitchcock gibi sinema tarihinde çok önemli bir yere sahip, pek çok yönetmene ilham olmuş ve çekim teknikleri halen günümüzde örnek alınıp uygulanmakta olan bir sinema dahisinin hayatının bir kesitine bile şahit olmak onu tanımak adına güzeldi.

- Tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak tanımlanan Phsyco (Sapık) filminin çekim aşamalarını görmek, o dönem için kabul görmesi zor olan sahnelerinin sansür kuruluna nasıl kabul ettirildiğini öğrenmek de yine film içindeki güzel anekdotlardı. (Örneğin o dönemlerde hiç bir filmde bıçağın vucuttaki darbeleri gösterilmezdi veya klozet ilk defa Phsyco filminde direk olarak gösterilmiştir.)

- Özellikle son sahnedeki Hitchcock'un sinema salonundaki bekleyişi çok heyecan doluydu ve Hitchcock'un duyguları çok iyi yansıtılmıştı.

- Son olarak Anthony Hopkins'in oyunculuğunu da beğendiğimi belirteyim, özellikle konuşma tarzı çok başarılıydı. (haaaa evet makyajı ile Demirel'e benzemiş ama demekki Demirel ile Hitchcock birbirine benziyor.)



11 Şubat 2013 Pazartesi

İki Pratik Çorba Tarifi

Bizim evde genelde hep aynı şeyler pişiyor. Nedense, elimizin altında internet, kitaplığın rafında yemek kitapları hatta televizyonu her açışımızda izlerken "aaa ne güzel bu tarif kolaymış" dediğimiz binlerce yemek programı varken gidip gidip aynı alışveriş malzemeleri ve aynı yemekler yapıp duruyoruz. Kardeşimle de aynı konuyu konuşuyoruz o da aynı şeyden şikayetçi ve fakat kardeş olmamıza rağmen onlar farklı şeylere takılmış durumda:)
Mesela bizde haftada bir Yayla çorbası yapılır, köfte mutlaka dipfrizde hazırdır, Bulgur pilavı pişer sıksık, onun haricinde mevsim sebzelerinin kymalısı veya zeytinyağlısı. Çok klasik yani, ve aşamıyoruz bunu:)

Alışkanlıkları kırmak gerekli, özellikle yemek pişirmek konusunda bence, en keyif alınan şeylerden biri değil mi yemek yemek, bunun için veremiyor muyuz kiloları:)

Size iki değişik çorba önerim olacak, adları yok, aslında var da tariflere sadık kalamıyorum ben, genel de evde ne varsa malzemelerine göre şekilleniyor yemekler, siz de aklınıza kesen mazemeleri ekler çıkarırsınız isteseniz.

Ha bir de benim tariflerim de pek detaylı malzeme miktarları olmaz maalesef çünkü göz kararı yaparım:) Birazcık mutfak deneyimi olan herkes zaten yapabilir korkacak birşey yok:)

1. Çorba (Ekşili, kıymalı, arpa şehriye çorbası)

Aslında size hakiki Arap Çorbasını anımsatacak.

Kıyma, soğan, salça kavrulup içine rendelenmiş havuç katılarak biraz döndürülür sonra kaynar su eklenip içine arpa şehriye atılır. Kaynayınca maydonoz eklenir.

İsteyenler limon sıkıp içebilir (ki mutlaka eklense iyi olur:)
Bir de kırmızı acı biber çok yakışıyor.

2. Çorba (Sütlü ve Mısırlı Çorba)

Çok basit ama çok lezzetli bir çorba,

Un ve tereyağını kavurup sütü ekleyip, kaynatıyor içine bir konserve mısır ekliyoruz, bol bol maydonoz, biraz tuz, karabiber ekleyip altını kapatıyoruz.

Tek cümlelik bir tarif:)

Biraz ilham verebildiysem ne mutlu bana,

Afiyetler olsun

7 Şubat 2013 Perşembe

Çocukla konuşurken 10 kere düşün öyle konuş

Az önce marketten döndük Doruk'la, Kasada bana yardım etti bütün sepeti boşalttı. Kasiyerin de pek hoşuna gitti bu durum ve Doruk'la iletişim kurdu kafasınca.

Kız: Senin adın ne
Doruk: Doruk
Kız: O bezi kime aldınız bakiim,
Doruk: Arya'ya,
Kız: Arya kim
Doruk: Kardeşim
Kız: Keşke olmasaydı diyor musun sende kardeşin için
Doruk: !?!?^+%^%&+%/&
Kız: Genelde çocukla öyle diyor da kardeşi için

Ben laf karıştırmaya çalışıyorum buarada kız devam ediyor,

Doruk: Niye öyle diyorlar anne başka çocuklar
Ben: Küçük çocuklar onlar Dorukcum

Kız: Kardeşin seni üzüyormu peki
Doruk: Yoooo
Kız: Seni üzerse ağzına kırmızı biber sür
Doruk: Nasıl yani,
Ben: Şaka yapıyor abla şaka,
Doruk: heeee


Şu yukarıdaki diyaloğun abesliğini farkettinizmi, ya da benim kibarlığımı birtürlü bozamayıp kızı susturamamı, gerçi okadar seri bağlıyorki saçmalıkları oradan hızlıca kurtulmaktan başka çare bırakmıyor insana.

İki dakika sürmeyen bu gereksiz iletişim kurma acınalığı içinde Doruk'un kafasına sokulanlar:

- Kardeşten nefret etmek ve onu istememek doğaldır
- Kardeşin sevmediğin bişey yaptığı zaman onu cezalandırabilirsin...

Biz oya işler gibi çocuklarımızın hayata bakışlarını, algılarını, değer yargılarını, terbiyelerin, canlılara sevgi beslemeyi, kardeşini ailesini canı gibi sevmesini, bağışlamayı bilmesini, merhametli olmayı, adil olmayı öğretmeye çalışırken üçüncü şahıslar bir dakikada neler sokabiliyor küçük savunmasız akıllara.

Elbette evde saklı odalarda sadece ailesi olarak yetiştirmeyeceğiz çocuklarımızı ama bu devirde daha bilinçli insanların olmasını ve en önemlisi çocuklarımızın insancıl, sevgi dolu, bilinçli ve iyi insanlarla hep karşılaşmasını diliyorum.









6 Şubat 2013 Çarşamba

Beyoğlu'ndan Kitap Manzaraları

Bugün yine Beyoğlundaydık, gezmeye doyamadağım Beyoğlu'nda.
Her pasajı, her kitapçıyı tekrar tekrar gezsem sıkılmam, oranın atmosferi ve dokusu İstanbul'un başka biryerinde yok benim için.
İmge, Müge, Seda ve ben 4 blogger beraberdik. Sohbet muhabbet, bolca gülmece ile çok güzel bir gün geçirdik.
Ne içtiniz ne yediniz derseniz onlar belki anlatır blogunda:) ben bugün kitapçılara götüreyim sizi, daha doğrusu bugün gözüme çarpan kitap ve kitap raflarına bakalım.

Not: Robinson Crusoe 389 Kitabevi içinde yaşanılası kitapçılardan biri benim için, fotoğrafların çoğu da oradan...




Eski kitap dolu raflar ne kadar büyüleyici bir görüntüdür, hatta içindekiler daha merak uyandırıcı belki de....





Sanatla ilgili kitap rafları buaralar önlerinde uzun süre geçirdiklerim..





Bu da piskopat bir kitap arkadaş... daha doğrusu Marvel takıntılılara deneme testi... 2500 soruluk:)


Bu rafa da bayıldım içinde bir de pembe kapaklı üstünde kedi resimli bir kitap var, fingerprint art adında, çocuklara yönelik parmak boya ile yapılabilecek şekilleri gösteriyor. Çok sevimli.....

Game of Thrones'un bizim için önemi büyüktür....


Bu kitabın kağaı da çok albenili geldi bana, arka kapağındaki yazı da hayli ilgi çekici...


28 Ocak 2013 Pazartesi

Celal ile Ceren

Ne tür beklentiler içinde gidilir bilemiyorum. Önümüzde bir Recep İvedik serisi var ve arkasından Celal ile Ceren'in fragmanlarında bu tiplemeden sıyrılmış gibi gözüken ve daha dünyalı bir karakterle karşıkarşıya (mı) yız.
Sonuçta bizi bu filmi izlemeye iten tek şey içimizdeki gülme arzusu idi. Güldük mü.... güldük.
Ama sadece bir kaç sahnede, yani şöyle film boyunca kahkahalara boğulup sinemadan çıkarken yüzümüze yapışmış bir kocaman tebessüm etkisi yaratmadı bizde. Hatta sonlarına doğru bitse de çıksak moduna bile geldiğimi söyleyebilirim.

Filmle ilgili tanıtımlarda yaratılan hava, Recep İvedik tarzı seviyesiz şakalardan kaçınılmış, bir öküz-insan çizgiroman tiplemesinden ziyade içimizden biri (ailesi, işi, arkadaşları ve uzun bir ilişkisi olan) ve başına komik işler gelen biri yaratılmış olmasıydı.

Yaratılmış yaratılmasına da karakter tam oturmamış geldi bana.

Tavır ve davranışları itibariyle, zaman zaman sümsük, zaman zaman gey vari tonlamalarda konuşan -ama tamamen heteroseksüel olduğunu bildiğimiz- ve zaman zaman da "Burhan Altıntop" karakterinden çalıntı konuşma biçimiyle Celal tam tanımlanamaz bir kahramandı.

Ceren çok sevdiğim bir oyuncu olan Ezgi Mola tarafından canlandırılmıyor olsa belki de hiç gitmezdim bu filme, yani en azından gişe hasılatındaki bir biletin sebebi odur:) Yine de daha ön planda olacağı bir senaryo olsaydı çok hoşuma giderdi.

Ceren'in ev arkadaşı için yazılmış karakter feciydi. Ağzı bozuk, her iki lafından biri küfürlü korkunç bir tipti ve hiçbir sahnesinde de beni güldürmedi açıkçası.

Celal'in ev arkadaşı ise Amerikan sitkomlarından özenilmiş de yaratılmış, ciddi tavırlarla espri üreten ama tamamen antipatik görünen ve gereğinden fazla rol almış bir karakterdi.

Ben ne bekliyordum bilmem, zeka ürünü espriler olmayacağını baştan bilerek, belki durum komedisinden iyi bir gülmece ortaya çıkmıştır umuduyla ve fakat özenle yaratılmamış karakterlerin üzerlerine yakışmayan replikleri söyledikleri yine argodan ve küfürden kaçınılmamış 15 yaşüstü bir film buldum.

Filmin en çok beğendiğim bölümü ise açılış jenerik bölümü oldu. Celal ile Ceren'in sevgili oldukları günlerdeki sevimli hatıralarından oluşan sahneler çok hoştu.

Not: İnsanları ağlatmak kolay, güldürmek zordur. Dram türündeki filmleri çoğunluk beğenirken komedi türü çok fazla eleştiri alır.
Çünkü insan olarak zayıf olduğumuz noktalar çoğu zaman örtüşürken bizi eğlendiren şeyler yaşam biçimimize göre çok farklılaşır. Komedi türünde film yapmak cesaret ister.

Celal ile Ceren bana fazla hitab etmemiş olabilir ama belki sizi çok güldürür. İzleyip yorumlarınızı yazmanızı merakla bekliyorum.

25 Ocak 2013 Cuma

Ev yapımı pizza

Bizim oğluş ergenlik dönemindemidir nedir bilemiyorum okuldan eve gelince bir canım sıkıldı tutturuyor gidiyor. Kendileri 4,5 yaşında bilmeyenler için:)
Papaz kaçtıyı pek seviyor bu ara hemen oturup oynuyoruz. Biter bitmez vızıldamaya başlıyor "canım sıkılıyor da canım sıkılıyor,
dama oynuyoruz, o bitiyor başlıyor hemen sıkılıyorum

seninle bir faaliyet yapalım" diyor,
bir yanda Aryoş biryanda Doruk bul bakalım bir faaliyet kolaysa, zaten öyle elişlerine fazla becerim yoktur benim, doğru dürüst resimde çizemem, geometrim sıfır olduğu için kağıttan ev falanda yapamam işim zor yani,
-Kitap okuyalım diyorum,
-ıııh!
-resim yapalım,
-ama sende benimle yap
-tamam yapıyım ne yapalım,
geometrik desen yapmayalım bugün
-ne yapalım peki
bilmiyorum oooof bişey yapalım anne,

işte buaralar böyle geçiyor akşamüstlerimiz, Doruk'u eyleyemiyoruz evde, hergün onu şaşırtacak veya keyif alacağı değişik birşeyler yaratmadığımız sürece işimiz zor. Aslında belki de tek istediği arkadaş, havalar soğuk olduğu için bahçeye de çıkamıyoruz.
Arya biraz daha büyüse beraber oynarlar diye düşünüyorum, az kaldı:)

Bugün de yine ne yapsak ne yapsak diye düşünürken aklıma birden mutfak faaliyeti geldi. İkimizde küçüklüğünden beri çok eğleniriz mutfakta.
Ne zamandır ev yapımı pizza yapalım diye konuşuyoruk Doruk'la. Bu fikri de bize Calliou vermişti:)
Hemen kolları sıvadık ve evdeki kıt kaynaklarla bir ev pizzası yapmaya giriştik.
Malzemeler odukça kolay bulunur ve sonuçta oldukça lezzetli, tavsiye ederiz:)

Kolay Pizzamızın tarifi şöyle,

2,5 su bardağı un
Yarım su bardağı sıvıyağ
1 yumurta
2 çorba kaşığı yoğurt
1 çay kaşığı kabartma tozu
1 çay kaşığı tuz

Hamuru yoğurup biraz dinlendiriyoruz ve üzerine hafif sulandırdığımız salçayı sürüp istediğimiz malzemeleri koyup fırına veriyoruz.
Biz üstü için, kırmızı biber, kurutulmuş domates, soğan, yeşil zeytin, ceviz ve kaşar rendesi kullandık. (Dedim ya evde ne varsa partisi bu:)

Veeee afiyet olsun:)




23 Ocak 2013 Çarşamba

İki Vasat Film - Umut Işığım - Entrika

Umut Işığım - Silver Lining Playbook
Yönetmen: David O Russel
Oyuncular: Bradley Cooper, Jennifer Lawrence, Robert de Niro

Konusu: Pat Peoples (Bradley Cooper) her zaman bardağın dolu tarafına bakan, “Her şeyde bir hayır vardır,” sözüne inanan bir adamdır. Karısı kendisini başka bir adam için terk ettikten sonra akıl hastanesinde kalan Pat, karısını geri kazanmaya ve hayatını yeniden düzene sokmaya kararlıdır. Moralinin bozulmasına asla izin vermemeye çalışan Pat anne babasının yanına taşınır ve kendisini karısının istediği türden bir adam olmaya çalışmaya adar. Ancak bu zor bir mücadeledir. Taa ki hayatı istediği gibi gitmeyen güzel bir genç kadın olan Tiffany (Jennifer Lawrence) ile tanışana kadar.Çift birlikte hayatlarını yönlendirmeye ve kendi kişiliklerine sadık kalmaya çalışacak, bu süre içerisinde benzersiz bir dostluğa, hatta aşka bir adım uzaklıkta olacaklardır. (www.sinemalar.com)

Umut Işığım, Oscar'a 8 adaylığı olan bir film, imdb puanı 8!
Nasıl oluyor anlamadım tıpkı benim gibi film sever pek çok izleyici gibi.
Vasat buldum.
Oyuncular iyi oynamış tamam ama artık kötü oyunculuk örneği zaten pek yok.
Senaryo ve kurguyu hiç özgün bulmadım çok yüzeysel ve sıradandı.
Karakerleri derinden tanıyamadaık özellikle anne baba karakterini ve bahis oynadıkları Randy'nin kim olduklarını hiç yansıtmamışlar.
Bütün film Pat'in sayıkladığı eski karısı Nikki kimdir bilmiyorum.
Totem konusunun çok üstünde durulmuş ve bütün komedi bunun üstüne dönüyordu Robert deNiro 'da bağırıp çağırmaktan başka birşey yapmadığı rolünde Oscar adaylığı aldı.
Benim için filmdeki tek iyi ve şaşırtıcı Jennifer Lawrance'ın oyunculuğu oldu, en son Açlık Oyunlarındaki Katniss karakterinden sonra 180 derece dönüşle yeni bir karaktere bürünmüş ve hakkını vermiş.
Hadi bakalım!

Entrika - Arbitrage



Yönetmen: Nicholas Jarecki
Oyuncular: Richard Gere, Susan Sarandon

Konusu: Miller, başarılı bir iş adamı ve aile reisi portresi çizmektedir ancak başı büyük belâdadır. Yaptığı yolsuzluklar ortaya çıkmadan borç batağındaki şirketini büyük bir bankaya satmaya, bu durumu ve sevgilisi Cote ile yaşadığı gizli ilişkiyi ise ailesinden saklamaya çalışmaktadır. Tam şirketini satmak üzereyken, beklenmedik bir olay yüzünden ailesi, imparatorluğu ve işlediği suç arasında sıkışıp kalır. (www.sinemalar.com)

80'lerden kalma bir film.
Richard Gere bildiğimiz adam herşeyiyle eski filmlerindeki gibi. Aynı yani, ileri geri gitmemiş.
Filmin konusu ve sunumu vasat. İzledikçe bir ışık görürüm belki bir rüzgarla yönü değişir diye umut ettim ama olmadı. Hiç şaşırtmadı. Biteviye.
Oldu da bitti maşallah şeklinde bağlandı ve bitti film.
Susan Sarandon'un oynadığı karakter filmin sonu için bu kadar önemliyken tüm film geride bırakılmış ve sığ kalmış.
İzlendikten hemen sonra unutulacak hiç iz bırakmayacak bir film. Maalesfe yıllardır televizyonda izlediğimiz sıradan filmlerden bir adım öne çıkamamış.



19 Ocak 2013 Cumartesi

Amour - Aşk - Michael Haneke (2012)

Bu film size öyle çok soru soracak, günlerce üstünde düşündürtecek ki hazırmısınız.

Benim için iyi bir filmin yapması gereken herşeyi yapıyor yani bana bildiğim fakat üstünde düşünmeye vakit ayırmadığım konuları sunuyor.

Haneke, aşkın bambaşka ve çoğu kişinin aklına gelmeyecek bir boyutunu ortaya koyuyor ve öyle yalın yapıyor ki bunu donup kalmaktan başka birşey yapamıyorsunuz.

Ağır bir yemekten kalkıp hazmını nasıl zor yapıyorsak bu filmin de hazmı belki günlerce sürecek. Sürmesi de gerekli tıpkı filmi izleyen herkesin bu hazımsızlığı çekmesinin gerektiği gibi.

Aşktan bahsediyor filmde hem de upuzun bir süre yaşanmış bir aşktan. Belki 60 yıl sürmüş kimbilir. 
Artık yaşlanmışlar ama beraberler, bir hayatı birlikte paylaşmışlar neler yaşamışlar bilmiyoruz ama mutlular birlikte olmaktan.
Eskisi gibi hzılı ve enerjik değiller ama hala aynı zevkleri paylaşıyorlar, konserlere gidiyorlar, sabah sohbet ederek kahvaltılarını ediyorlar, günün ağır akışına birlikte ayak uyduruyorlar.

Birlikte yaşlanmanın arzusunu gerçekletirmişler.
Hayat sonsuz değil.
Ya biri bir gün tökezlerse ne olacak.
Elbetteki yaşam arkadaşı, tüm hayatının aşkı, onun elinden tutacak, onu kaldırmaya tüm gücüyle çalışacak.
Gücü yetecek mi peki
Ne kadar süre aşkının sona gidişini izleyebilir, böyle birşeye mecbur kalmak ve güçlü olmak ne kadar zor.
Yıllarca yaşattıkları aşkı yok etmeye çalışan nedir.
Yaşlılık.....
Önlenemez......
Sorgulanamaz.....
Kabullenmeli.......


Amour
Yönetmen: Michael Haneke
Oyuncular: Emmanuelle Riva, Jean Louis Trintignant
İmdb Puanı: 8.1


8 Ocak 2013 Salı

Dünyanın Oluşumu Belgeseli

Bu videoyu paylaşmak istedim, çünkü herkesin izlemesini istiyorum, dünyanın 5 milyar yıl önce nasıl oluştuğunu ve evrim teorisini tane tane ve müthiş görsellerle açıklayan National Geographic yapımı harika bir belgesel. Çoluk çocuk izleyin....