23 Haziran 2010 Çarşamba

Yaz için kitaplarım hazır:)

Benim için en güzel hediye kitaptır. Birine hediye olarak kitap almak da çok zevklidir.

Onun ilgi alanlarını, sevdiği konuları, meraklarını ve kişiliğini düşünerek alınmış bir kitap ona nekadar değer verildiğini de gösterir aslında. Birine hediye olarak kitap seçmek sadece kitapçıdan yeni çıkanlardan birini kapmak demek değildir çünkü.

Bana da hediye getirilen her kitap için biliyorum ki alan kişi o süreçte beni düşünmüş ve beni memnun edecek bir seçim yapmış. Yani beni anlamaya çalışmış, beni tanıdığını ortaya koymuş. Bunlar benim için çok değerli işte.

Geçenlerde doğumgünümü geride bıraktık ve harika kitaplar armağan edildi bana.
Öncelikle sevgili eşim son zamanlardaki ilgi alanlarıma ve merakıma uygun olarak iki kitap seçmiş bana.

- İzmler -  Sanatı Anlamak -  Stephen Little

Süper bir kitap, Batı sanatında Rönsanstan itibaren bütün akımları kısa kısa tanıtıyor, örnekler veriyor ve harika resimlerle donatılmış. Sağda solda ahkam kesmek, küçük bilgilerle fikir yürütmek için ideal bir kitap, tam bana göre hap yap yut:)

- Dijital Fotoğrafçılık -  Tom Ang

Bu kitap ile cici makinamla harikalar yaratmama az kaldı. Çok teknik olmayan anlatımı, ve her türlü efekti yaratmayı incelikleriyle anlatan bol görselli bir kitap. Bir elimde makina bir elimde bu kitapla bu yaz çok dolşaırım herhalde.

İkinci set kitaplarımı ise, beni benden çok tanıyan gerçekten kişilik analizinde bir usta olan canım arkadaşım Müge armağan etti bana.

Unutulan Kraliçe - Vanora Bennett

Kitap seçiminde kendini ve benim ilgi alanımı harmanlamış, bayıldım bu ilişkiye. Mügecim, Avusturya kraliçesi Sissi'nin fanatik taraftarıdır, kitabı da, kapağındaki kızın elbisesini Sissi'ninkine benzettiği için almış bana, gerçi konu olarak da çok benzerlikler var. Severek okuyacağıma eminim.

Diğer kitabı da son zamanlarda ortak yaptığımız projedeki rolümü düşünerek seçmiş. Harika bir grupla Ajanda adlı aylık online çıkardığımız dergiyle küçük bir demo çalışma ortamı doğduğu için bana bu kitabı almış.

Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı - Stephen R. Convey

Son zamanlarda çok popüler olan ve pek çoğunuzun zaten bildiği bu kitap aslında herkesin başucunda bulunmalı. Kendimizi ve başkalarının üzerindeki etkimizi anlamamıza ve davranışlarımızı geliştirmemize yardımcı olmayı hedefliyor.

Dah önce bana hediye edilen diğer kitaplardan biri burada diğeri burada.

Siz neler okuyacaksınız bu yaz?

17 Haziran 2010 Perşembe

Tavsiye Olunur - İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Etkinlikleri

Haziran ayının Etinlik Bültenini inceliyorum ve paylaşmadan edemedim.
Önümüzdeki günler için harika etkinlikler var, işte seçtiklerim belki birinde görüşürüz:))

18 Haziran - Yeditepe Üniversitesi - 20:30
Dürbünümde 1001 İstanbul
İstanbul'un gündelik yaşamı ve yaşayanlarının özel hayatlarından kesitlerle, mekanların birleştirilerek anlatıldığı 10 kısa filmden oluşan 90 dakikalık "İstanbul'un 10 Yüzü" adlı kısa film İstanbul'un en tipik 10 yüzünü anlatıyor. Film, Işıl Özgentürk Film Atölyesi tarafından hazırlandı.



19 Haziran Cumartesi, 20.00’da Cemal Reşit Rey
Tokya Bale Topluluğu



İstanbul sahnesinde bir ilke daha imza atan Dans Platform İstanbul, dünyanın en büyük bale topluluğundan biri olan Tokyo Bale Topluluğu’na ev sahipliği yapacak.
1964 yılında kurulan ve repertuarında doğu ve batıdaki çalışmaları birlikte kullanarak, klasik baleden, neo-klasik çalışmalara ve dünyaca ünlü koreografların başyapıtlarına yer vermiş Tokyo Bale Topluluğu, İstanbul temsilde Bejart’tan karma bir program sunacak.
 
22-23-24 Haziran, 20:00, Muhsin Ertuğrul Sahnesi
Pina Bausch "Nefes"
Dünyanın en ünlü koreograflarından Pina Bausch’un, “Kentler ve İnsanlar” projesinin bir ayağını oluşturan, İstanbul’dan esinlenerek yarattığı ve ölümünden önce ülkemizde de sergilenmiş olan, Tanz Theatre Wuppertal Pina Bausch ve İKSV Uluslararası Tiyatro Festivali ortak yapımı “Nefes” adlı projesi, 2010 yılında İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması vesilesiyle İstanbul’da yeniden seyirciyle buluşacak.


Nefes, sanatçının İstanbul’a sevdasını dile getirdiği bir dans gösterisi... Mercan Dede’den Burhan Öçal’a, Suren Asaduryan’dan Tom Waits’e ünlü müzisyenlerin imzasını taşıyan müzikleriyle daha da zenginleşen bu zarif gösteri, İstanbul’un dişiliğini, kırılgan, özgür, mistik ve modern yönlerini gözler önüne seriyor.

26 - 30 Haziran 2010,  Aya İrini, 20:00
Büyük Sultan (La Grand Sultana)

Devlet Tiyatroları, İspanya Ulusal Tiyatrosu ve İstanbul Cervantes Enstitüsü ortaklığında gerçekleştirilen “La Gran Sultana – Büyük Sultan”projesi kapsamında, oyun yazarlığından çok romanlarıyla tanınan Akdeniz’in ünlü yazarı Cervantes’in “Büyük Sultan” adlı eseri İstanbul’da ilk defa sergilenecektir.

Osmanlı sarayını anlatan oyun din ve aşk arasındaki çatışmanın hikayesi üzerine kurulmuştur. Cervantes eserinde, farklı dini inançları ve yaşam tarzlarını barındıran Osmanlı kültürünü bir “hoşgörü denizi” olarak tanımlar. Günümüzde de, dini hoşgörü ve kültürel kabullenmelerle ilgili fırsatlar, Türkiye ve İspanya’nın gururla desteklediği BM Medeniyetler İttifakı’nın ortak değerleridir
Büyük Sultan, izleyiciyi İspanya’dan Osmanlı Sarayına taşırken bir yandan Doğu Akdeniz’de sınırların geçirgenliğinin üstünde durmakta diğer yandan da incelikli bir mizah kullanarak dini tolerans ve aşk aracılığı ile verilen ödünleri ele almaktadır.


23 Haziran Küçükçiftlik Park Maçka 21:30
Gotan Project
Tango ve elektronik müziğe getirdikleri yeni açılımşarla tüm düyada milyonlarca hayran kazanan Gotan Projevt kendine has kavramsal dokunuşlarla süslenmiş akustik tınıların yoğunlukta olduğu parçalardan oluşan son albümleri Tango 3.0 ile müzikseverleri herzamankinden daha çok büyülüyor.




24 Haziran, Akbank Sanat, 20:00
Mich Gerber'den Büyüleyici Performans

MICH GERBER, elektrik kontrbas
GERT STÄUBLE, davul
FREDRIK GILLE, perküsyon
JOY FREMPONG, vokal

İsviçre’de Bern’de yaşayan klasik müzik eğitimli kontrbas sanatçısı ve besteci Mich Gerber, klasik müzik, avant-garde deneyimler ve teknolojinin ulaştığı noktalar arasındaki gizli köprüleri keşfediyor.
Her ne kadar müziği çağdaş bir duygu yaysa da kendine has sesini yaratmak için eski ton sistemlerini de incelemektedir. Orjinal bestelerindeki kutsal, soyut ve doğuya has dokunuşlar, dinleyicilerinin farklı dünyalara girmesine yol açıyor. Enstrümanının etrafında dans ederek yaptığı bedensel oyunlar, 200 yıllık kontrbasına kendi kimliği olan bir partner gibi davranan Mich’in konserlerine teatral bir hava katıyor. “Mystery Bay” ve “Amor Fati” albümleri, “The Endless String” toplaması ve José Padilla (Café del Mar), Imogen Heap (Urban Species) gibi ünlü isimlerle yaptığı ortak çalışmalarla Gerber gelecek ve geçmişi sanatın sınırsızlığı içinde buluşturuyor.

Şimdilik bu kadar, umarım size uygun birkaç öneri sunabilmişimdir.

8 Haziran 2010 Salı

Ajanda Ekibine Katılmak İstermisiniz..

Bir elin nesi var, birden fazla elin AJANDASI var!
Biz 12 el biraraya geldik, AJANDA'yı yarattık...
Hem çok eğlendik hem de ortaya birşey çıkarmanın ve güzel yorumlar almanın mutluluğunu yaşadık.
Bizimle bu duyguları yaşamak isteyen 2 el daha arıyoruz ekibimize.


Bu eller, grafik ve web tasarım bilsin, derginin görsel dizaynını emanet edelim istiyoruz...


Eğer bu meziyetlere sahip bayan bir bloggersanız, aylık dergimiz AJANDA'ya bu şekilde destek olabilirseniz bize hemen yazın lütfen,


ajandadergisi@gmail.com


ajandadergi.blogspot.com

6 Haziran 2010 Pazar

İlginç bir tesadüf

Bugün Broken Flowers'ı seyrettim.

Koyu bir Jim Jarmusch hayranı Ceren'in elime tutuşturduğu filmle ilgili araştırma yapıyordum özellikle soundtrack'ini. Çünkü gerçekten güzel müzikler var içinde.

Filmle ilgili daha sonra detaylı yazıcam ama şimdi  karşıma çıkan enteresan bir tesadüfü not almak istiyorum sadece. Hiçbir önemi yok ama bana ilginç geldi.

Broken Flowers'ın soundtrack'inde garage rock yapan Holly Golightly'nin iki şarkısı var, bu ismi görünce nereden hatırlıyorum diye düşündüm ve hatırladım. Breakfast at Tiffany's de Audrey Hepburn'un oynadığı karakterin adı:))

Bu arada Breakfast at Tiffany's 1961 yapımı ama rock'çı İngiliz Holly Golightly 1966 doğumlu.

İşte böyle..

Unutmadan, Jim Jarmusch'un Broken Flowers filminin asıl soundtrack'inde bulunan Etiyopya Jazz sanatçısı Mulatu Astatke'nin performansı şahaneydi.

Bu saçma benzerliği not almak istedim sadece. Bu arada bugün yazdığım bir önceki yazımda ki film önerisini okumadan geçmeyin:))

Yaşamaya Değer - Le Hérrison

Bu hafta vizyona giren "Yaşamaya Değer" bir Fransız filmi. Tamamiyle insan davranışlarını, ilişkilerini ve yaşam biçimlerini anlatan harika bir senaryosu var.

Film bittiğinde bana biraz Amelie'yi anımsattı, tabi çok farklılıkları var ama "hayatta bazı kişiler sanki sihirlidir, insanlara umut ve yaşama sevinci verir" felsefesi ortak noktası olabilir.

Avrupa sineması insan doğasını çok gerçekçi anlatıyor bence. Çok etkileyici ve hayatı tam yansıtan senaryolar, replikler ve davranışlar filme dönüştürülüyor.

Amerikan filmleriyle dolu sinema salonlarında arada böyle güzel Avrupa yapımı filmlerin kaçırılmaması gerekir bence.

Amerikan filmlerinin çoğu fantastik ve aksiyon ihtiyacımıza hizmet verirken, abartılı ve doğal olmayan sahneler, inandırıcılıktan uzak diyaloglar ve tavırlarla dolu.

Avrupa sineması diye ayırım yaptım ama illa Avrupa'da olması gerekmiyor mesela Arjantin yapımı olan "El Secreto de Sus Ojos" "Gözlerindeki Sır" seyreden herkesin hayran kaldığı bir film. Çünkü çok insancaydı.
Bir başka aklıma gelen film ise Lars von Trier'in Dogville filmi, ayrıca İl Postino.

Yani söylemek istediğim dramatik yönü ağır basan, gerçeğe yakın, psikolojik yaklaşımları olan ve insan doğasını olduğu gibi ortaya koyan filmler Avrupa sinemasının özelliği.

Filmin konusu özetle şöyle,
11 yaşında çok zeki bir kız olan Paloma'nın gözünden bir apartmanda yaşayan insanları tanıyoruz. Paloma'nın deyişiyle "zenginlerin oturduğu" apartmanda bir de bina görevlisi olan ellilerinde yalnız bir kadın yaşamaktadır.

Paloma 12. yaşgününde intihar etmeyi planlamaktadır. Ve o güne kadar içinde bulunduğu ortamla ilgili bir film çekmek için babasının eski kamerasını kullanacaktır. O, ölümü çok sıradan olarak düşünmekte ve ne zaman ölürsen öl o sırada ne yaptığının önemi olduğuna inanmaktadır. Kendisi de ölümüyle, çekeceği filmi eşleştirmektdir.

Yıllardır antidepresan kullanan bir annesi, bencil ve herşeyi dert eden bir ablası, ve politikacı bir babası vardır.
Paloma çekimlerine başlar, apartman sorumlusunu da böylece tanımaya başlarız, bakımsız, içine kapanık, işleri haricinde sadece kitap okuyan ve aslında çok entelüktüel bir altyapıya sahip bir kadındır.

Birgün apartmana taşınan Japon asıllı Bay Ozu hem Paloma'nın hemde görevlinin hayatında sihirli dokunuşlar yaratacaktır.

Filmde ön plana çıkan birkaç nokta

Anna Karenina romanı
Paloma'nın annesinin çiçeklerle düzenli olarak konuşması
Paloma'nın odasının duvarına çizdiği mükemmel kutu kutu resim kolajı.
Japon ev sahibinin misafirine terlik sunması ve bunun ilginçliğinin ön plana çıkarılması:)
Paloma'nın 11 yaşında olmasına rağmen insanlar hakkındaki muazzam tahlilleri


Filmin Künyesi

Yönetmen:Mona Achache
Oyuncular: Josiane Balasko, Garance Le Guillermic , Togo Igawa, Anne Brochet, Ariane Ascaride, Wladimir Yordanoff, Sarah Lepicard
Dil: Fransızca, Japonca
Tür: Komedi, dram, duygusal

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mulholland Drive - Beyin mıncıklayan film

Gizemli filmlere bayılırım, baştan sona anlamaya çalışmak, teoriler üretip durmak acayip keyif verir bana. Birçok film seyretmenin faydası olarak da çoğu zaman tahminlerim tutar ki bu da iyi birşeymi değilmi bilemiyorum, sonunda şaşırmak da zevklidir çünkü. Tabi kurgunun ve senaryonun hazırlanışı da çok ilgimi çeker bu tip filmlerde.

Mulholland Drive'a gelince baştan sona bir gizem. Seyrederken tam bana göre diye düşünüyordum, gelin görün ki, bu bildiğiniz gizemli filmlerden değil, bunu sonuna geldiğinizde anlıyorsunuz.
Tabi bu bir David Lynch filmi dersem nedemek istediğimi daha iyi anlatmış olurum herhalde.

Lynch "bilinçdışının yönetmeni" olarak adlandırılmakta, ve "seyrettiğiniz herşey bir yanılsamadır" felsefesinde filmler yapmaktadır.

Özellikle bu filmde bir tiyatro sahnesi vardı ki bence en önemli ve etkileyici olandı. "silenzio" diye başlayan gösteri italyanca ve ingilizce bir sunumla büyüleyici ve ürperticiydi.

Filmin konusundan bahsetmiycem çünkü bu tür filmleri hiç bilmeden seyretmenin daha keyifli olacağını düşünüyorum, her sahnesi beklenmedik olmalı, ipuçları önünüze teker teker serilmeli.

Ha birde bu filmi kesinlike yalnız seyretmeyin, çünkü bittiğinde öylece kaldığınızda hem sizin gibi afallamış ve salaklamış birini görmenin kendinizi iyi hissettirmesi açısından hem de üzerine biraz atıp tutabilme ihtiyacınızı gidermek açısından. Yoksa yalnız başınıza tavana bakar kalırsınız.

Filmle ilgili birkaç bilgi:

Yönetmen : David Lynch
Oyuncular Naomi Watts, Laura Elena Harring, Justin Therou
Yıl: 2001 ABD Fransa

Televizyon dizisi olarak düşünülmüş büyük bölümü çekilip ucu açık bırakımış ama Lynch'in yapımını seyreden televizyon yapımcıları projeyi reddetme kararı almışlar

Lynch, filmdeki olayların genel olarak anlamını izleyici yorumuna açık bırakmış.

Lynch'den filmde anlatılmak istenenle ilgili bir açıklama istenmiş ama reddetmiş.

Oyuncu kadrosu dahil kimseye açıklama yapmamış ve herkesin tahminine bırakmış.