Ne, nasıl, niçin diye soruları bir kenara bırakarak seyredilmesi gereken bir film bu. Bittiğinde hala bazı sorularınız cevap bulmayacak ama önemli olan zaten bu sorular da olmayacak. Bir olay sonucunda oluşan durumun insanları ne hale getirdiği asıl olan.
Bir gün arabanızı kullanırken birdenbire gözleriniz göremese, hiçtanımadığınız biri arabanızla sizi evinize bırakmayı teklif etse ve siz yol boyunca korku ve çaresizlik içinde kendinizi evinize ve ailenize ulaşmaya çalışırken bulsanız. İşte filmin açılış sahnesi. Böyle bir açılışla, insanın kendini en güvensiz hissedeceği an herhalde gözlerini kaybettiğinde diye düşündürttü bana.
Film, daha sonra bu kişinin gittiği doktorun ertesi sabah kör olmasıyla bu durumun bulaşıcı ve yayılmakta olduğunun anlaşılması ve enfeksiyon kapan kişilerin karantina altına alınmasıyla devam eder.
Önceleri koğuşlarda birkaç kişi varken zamanla körleşmiş insanlarla dolup taşar. Sadece doktorun eşi (Jullianne Moore) bu hastalıktan etkilenmez ve eşini bırakmak istemediği için görebildiğini herkesten saklayarak onlarla kalır. Bir suçlu gibi muamele gören, hiçbir tıbbi destek alamayan, ve kendilerine yetersiz yiyecek verilen bu çaresiz, umutsuz ve terkedilmiş insanlar hertürlü işlerini kendileri halletmek zorundadırlar.
Bir müddet sonra pislik, besinsizlik ve ilaçsızlık yüzünden hastalıklar ve ölümler baş gösterir. İşte bu noktada kaos kendi düzenini yaratmaya başlar. Yeni gibi gözüken kurallar aslında yıllardır evrimleşenlerden farklı değildir. Güçlünün güçsüzü sömürdüğü, kısa yoldan kaynaklara sahip olmak için her türlü zorbalığın ve çeteleşmenin oluştuğu bir düzen ortaya çıkmıştır.
Zaman zaman ekranın beyaz ışıkla dolması, net olmayan görüntüler veya karanlıkta sadece seslerin duyulduğu sahnelerle seyirciye körlerle empati kurmaya yönelik görsel teknikler kullanılmış.
Film seyircinin çoğu zaman içini şişiriyor doğrusu, bazı sahnelerin bukadar uzatılmasının pek anlamı yok bana kalırsa, zaten işin boyutunu ve güce sahip olanın kontrolünü nasıl kaybedip insanlıktan çıktığını gayet güzel anlatıyor ve bunu görsel olarak sürdürmek izleyiciyi boğmaktan başka işe yaramıyor.
Baştada söylediğim gibi pekçok sorunuz havada kalacak, ama sonunda şunuda göreceğiz ki, yaşanması en zor durumlar bile bazı insanlar için hayatta kendini faydalı hissetmesini sağlayacak bir ortam yaratabiliyor.
Eğer toplumları etkileyen hastalık, saldırı, savaş, felaket tarzı filmleri seviyorsanız bu da değişik bir yaklaşım olarak ilginizi çekebilir.
Filmin Künyesi
Yönetmen: Fernando Meirelles
Oyuncular: Julianne Moore
Mark Ruffalo
Gösterim Yılı: 2008
2008 Cannes Film Festivalinin açılış filmi
6 yorum:
5/10 puan verdiğim bir film. Sıktı, soruları havada bırakması kötüydü, sonuç olarak boşa izlediğimi düşündüm filmi bitirince.
hmmm seyretmediğim bir film.. ne dersin? benlik mi?
sence senlikmi:) hiç sanmıyorum haberleri seyret daha iyi:))
derya baykala devam derim öptüm
Tanrıkent ile canımıza okuduğu yetmezmiş gibi bir de Körlük ile medeniyetin yıkılışını, insanoğlunun en hayvan halini ve yetişkinlerin gözüyle (gözsüzlüğüyle) sineklerin tanrısını verdi. Kim verdi? Fernando Merseilles. izledim beğendim ve aklımda tuttum.
Syrakusa, çok araştırmacı gördüm seni, yarın için malzeme mi topluyosun bakiim,
şaka biryana, tanrıkent çok acımasız ve vahşet dolu görüntülerle donatılmış ama gerçeğin başka türlü yansıtılamayacağı bir film. Yönetmen bu tarz insanoğlunun karanlık yanlarını gösteren filmleri seçiyor galiba. Akılda kalmayacakgibi değil, her bünye de kaldırmaz ama...
malzeme toplamıyorum çünkü hazır bile :))
Yorum Gönder