Şans eseri peşpeşe seyrettiğim iki film ilginç derecede pekçok yönüyle kesişiyor. O yüzden ikisinden de aynı anda bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri Edward Norton’un son filmi “Leaves of Grass” ve ilk gösterimi 2009 Toronto Film Festiavlinde yapıldı. Diğeri ise Fatih Akın’ın yazdığı ve yönettiği ödüllü filmi “Soul Kitchen”.
Genel hatlarına bakıldığında iki filmde de birbirlerinden çok farklı yaşam tarzları olan iki kardeşin kendi içlerinde dengeyi bulma mücadelesi yaşanmakta. İkisinde de biryanda dürtüleriyle hareket eden ve yasal olmayan yollarla geçinen bir kardeş varken diğer yanda düzgün ve mütevazi bir hayat sürmeye çalışan hatta kendini işe adamaya yönelmiş diğer kardeş bulunmakta.
İki hikayenin de tartıştığı benzer sorular şunlar: Birgün bu kardeşler aynı aileden oldukları için birbirlerinin hayatlarının içinde yeralmaka zorunda kalırsa ne olur? Daha doğrusu kendi halinde yaşayan kardeşin başına ne işler gelir? Kardeşine güvenmek doğal bir içgüdü müdür?
Asıl ilgimi çeken bir benzerlik daha var ki, bu belki de felsefi altyapılarını oluşturuyor iki filmin. Leaves of Grass’ın açılış sahnesinde profesör öğrencilerine Sokrates’ten bahseder, insanın hayatını kontrol etmesi gerektiğini, tutkuların ne kadar masum gözüksede disiplinize edilmesi gerektiği düşüncesini anlatır. Sokrates’i ön plana çıkaran bir açılışa sahip olan bu filmden sonra Soul Kitchen’a baktığımızda esas kahramanımızın yaşlı kiracısının ismi Sokrates’tir ve yine ilk sahnede karşımıza çıkar.
Peki Sokrates’e hangi amaçla gönderme yapıyor olabilirler diye düşündüm ve şununla karşılaştım: Ahlak felsefesinin kurucusu Sokrates’in inançlarından birisi şudur: “Ruhunun temiz kalması koşuluyla insanın başına gelen talihsizlikler görece önemsiz şeylerdir. Kişinin uğrayacağı gerçek felaket ruhun çürümesidir. Bunun içindir ki adaletsizliğe katlanmak, adaletsiz bir iş yapmaktan çok daha az zarar verir insana.” İşte bu iki filmi de ve özellikle Soul Kitchen’i epey açıklıyor bence.
Soul Kitchen, pişmiş tavuğun başına gelenlerden daha fazla aksiliklerin yaşandığı fakat gerçekçi ve hayatın içinden yansımalarla kaleme alınmış bir senaryo. Öyle ki, komedi unsurları olayların akışıyla, karakterlerin düştükleri durumlar üzerine oturtulmuş. Baş kahramanlar olan Kazancakis kardeşlerin rum kanından olmasıyla da, akdeniz ruhunu yansıttıkları için duygularını çok doğal ve yüksek seviyede ortaya koydukları bir hikaye bu. Baştan sona çok eğlenceli, yüksek tempolu ve harika müziklerin eşlik ettiği bir film. İnsana dair herşey var içinde, dostluk, aşk, aile ilişkileri ve hayallerini farklı yöntemlerle gerçeklemeye çalışan bir dolu insan. Emin olun bittiğinde yüzünüzde küçük bir gülümseme bırakacak
Kazancakis kardeşlerden Zinos, eski bir fabrikayı restorana çevirmiş ve fast food tarzında özensiz yemekler hazırlamaktadır. Buna rağmen belli bir müşteri potansiyeli de bulunmaktadır. Bir restorandan kovuluşuna tanık olduğu gurme şefi işe alır. Kendi bildiğini okuyan, sanatçı ruhlu, deli dolu şef az olan müşteriyide kaçırır. Maliyeciler ve sağlık müfettişleri ile iyice daralan Zinos’un kız arkadaşı Nadine ise iş için Shangaya gider, tüm bunların üzerine bir de bel fıtığı olur.
Bu arada hapisten hergün izinli çıkan kardeşi İllias abisinin restoranında çalışmaya başlar. Sokakta karşılaştığı okul arkadaşı emlakçı olmuştur ve restoranınıı ona satması için tüm gücünü kullanmaktadır.
Bir müddet sonra restoranın civarında açılan bir müzik okulu sayesinde para kazanmaya başlarlar ve Nadine’in yanına gitmek üzere mekanı kardeşinin üzerine devreder. Fakat bu kararı herşeyi alt üst edecektir.
Edward Norton’un tek yumurta ikizlerini canlandırdığı, Leaves of Grass filmine baktığımızda ise, ikizlerden biri olan Bill, Ivy League’de yani ABD’nin en seçkin üniversitelerinden birinde felsefe profesörü olmuş ve hayatını akademik kariyerine adamışken, kardeşi Brady doğduğu şehir olan Oklahoma’da modern bir marihuana üretim çiftliği kurmanın peşinde ve mafyaya borçlanmış durumdadır.
Kokain bağımlısı anneleri huzur evinde kalmaktadır ve yıllardır Bill ile görüşmemektedirler.
Brady, başındaki beladan kurtulmak ve büyük projesini hayata geçirmek için kardeşi Bill’e ihtiyaç duyar ve kendi cenazesi yalanıyla onu Oklahoma’ya getirtir. Her ne kadar istemesede Bill bu planın bir parçası durumuna düşer.
Bu filmin eğlence seviyesi diğerine göre düşük olsa da asıl özelliği dijital teknolojinin harika bir örneği olması. Edward Norton’un canlandırdığı ikizler, çoğu sahnede beraber gözükmekle kalmıyor, kavga ediyor, birbirlerine sarılıyor ve yakın temasta bulunuyorlar. İkizlerden birini ağır aksanlı diğerini ise büyükşehir tiplemesiyle canlandıran Edward Norton, hem şive, hem karakteristik özellikleri ortaya çıkarmakta çok ustaca bir iş yapmış.
Aslında kara mizah türünde olan Leavse of Grass çok akıllarda kalacak bir film gibi gözükmüyor, hikaye sanki “olması gereken de buydu” vicdanıyla zorlama bir finalle bitiriliyor.
Edward Norton hayranıysanız ve onu bir komedi – dram filmiyle uzun zaman sonra tekrar izlemek isteyenlere tavsiye ederim.
Not: Bu yazım 4 Mayıs 201 da www.artimetre.com da yayınlanmıştır.
1 yorum:
Soul Kitchen'ı seyretmiştim. Çok beğendim. Fatih Akın filmi ama Ferzan özpetek tadında. Ben çok sevmiştim. Tavsiye ederim. Diğerini bulup seyredeceğim. teşekkürler Sinem
Yorum Gönder