Lars von Trier ile ilk tanışmam "Dogville" ile olmuştu. Hiç alışık olmadığımız bir tarzda çekilmiş film tamamen deneysel bir yaklaşımla ve pandomim bile içeren oyunculuklarla, bir sahne üzerine çizilmiş çizgilerle belirlenen bir alanda sunuluyordu.
Böylelikle izleyici dekor, aksesuar ve görsel efektlerden ziyade tamamen konuya ve karakterlerin psikolojik durumlarına odaklanmış oluyordu.
Bu minimalist yaklaşım Lars von Trier'in tarzıydı aslında.
Az bütçe ile ve doğal çekimlerle yapılan filmlere olan inancı ile Dogma 95 akımını başlatmış ve pek çok yönetmen de bu akımdan esinlemiştir.
Bu akımın manifestosu alsında çok basittir, çekimler el kamerasıyla, doğal ışıkta yapılacak, filmin üzerine müzik eklenmeyecek, filmler hep şimdiki zamanda geçecek, gelişigüzel aksiyon içermeyecek ve en önemlisi yönetmen jenerikte belirtilmeyecekti.
Her nekadar Lars von Trier ve birkaç diğer Danimarkalı yönetmen bu akımı başlattılarsa da hem onların hem kendisinin bile bu kurallara uymaması dolayısıyla akım 2000li yıllarda son bulmuştur.
Lars von Trier 1956 doğumlu Danimarkalı ünlü bir yönetmen ve senarist. Pek çok filmiyle ses getirmeyi başarmış ve aynı zamanda muhalif düşünceli biri.
Film sektöründe büyük paralar harcanarak yapılan aksiyon ve efekt içerikli filmlere karşı tepki olarak ve "sektörü dengelemek adına" düşüncesiyle düşük bütçeli ve humanist filmler yapmayı tercih etmekte.
Lars von Trier, 2011 Cannes film festivalinde yaptığı açıklamalarla "persona non grata" yani "istenmeyen adam" ilan edildi. Bunun sebebi gazetecilere verdiği demeçte Hitlere sempati duyduğunu ve kendisinin bir Nazi olduğunu ayrıca İsrail'in bir başbelası olduğunu söylemesinden dolayıdır.
Bu sözlerinin arkasında aslında bir aile trajedisi yatmakta.
Her nekadar Lars von Trier beraber büyüdüğü babasını atesit bir Yahudi olarak bilse de annesi ölüm döşeğinde bir gerçeği itiraf eder. Buna göre annesi işvereni ile ilişkiye girmiştir ve Lars'ın gerçek babasının kökü Almanlara dayanan bir Hristiyandır. Annesi Lars'ın gerçek babasının aile kökeninde önemli sanatçılar olduğunu ve oğlunun da sanatçı olmasını istediği için isteyerek yaptığını söyler.
Kökenini araştıran Lars, bir Nazi olduğunu düşünmektedir.
Cannes film festivalinde yaptığı açıklamaların birer şaka olduğunu elbetteki Hitlere sempati duymadığını ifade etsede tepkileri üzerine çekmiş olur birkere.
Lars von Trier'in filmlerinde çıplaklığı yalın olarak kullandığını izlediğim birkaç filminde (Antichrist, Melancholia..) gördüğüm kadarıyla bunun da sebebinin yine çocukluktan gelme olduğun düşünüyorum.
Anne ve babası birer nudist olduklarından çocukluğu hep çıplaklar kampında geçen Lars von Trier doğal olarak bunu filmlere taşımaktadır.
Ayrıca Lars von Trier sahibi olduğu yapım şirketi Zentropa'da kadınlar için özel pornografik filmler de üretmektedir. Lars von Trier'e göre kadınlar da pornografik filmler izlemeyi severler ama sadece seks görüntüleri içermesi onları mutlu etmez, bunun bir konuya sahip film içinde sunulması gerekir. Bu filmlere örnek olan Constance (1998), Pink Prison (1999) ve All About Anna (2005) adlı filmler Avrupa'da büyük başarı elde etmişlerdir.
Lars von Trier bir süredir depresyon tedavisi görmekte. Bu süreç içinde 2 film üretemiş ve bu depresif yapısını elbetteki filmlerinde izleyiciye de yansıtmıştır.
Antichrist (2009) baştan sona depresif ve rahatsız edici bir özellikte film olmasının yanısıra Hristiyanlığının sembollerini içinde barındırarak mesajlarını bu yolla vermeyi seçen bir yapıdadır.
Küçük çocuklarını kaybeden bir çiftin yaşadıkları travma ve karısını tedavi etmeye çalışan terapist arasında önceleri psikolojik daha sonraları fiziksel çatışmaya dönen kasvetli bir konuya sahip film görsel olarak bunalımı ve hisleri çok iyi yansıtırken filme eşlik eden müzikler ise filmin başarısını katlıyor adeta.
Melancholia (2011) yine Lars von Trier'in depresif ruh halini çok iyi yansıtan bir film olduğunu düşünüyorum. 2 bölümden oluşan film iki kardeşi ayrı ayrı merkeze oturtarak bir zaman diliminde ilerliyor.
Ünlü yönetmen bu sefer bir felaket filmiyle karşımıza çıkıyor. Bildiğimiz felaket filmleri gibi ne hükümetler ne özel ajanlar ne de süper güçler bu felaketi durdurmaya çalışıyor. Filmin başında filmin sonunda olacakları ağır çekim bir açılışla izliyoruz.
Lars von Trier'in bu filmdeki derdi çok başka. Tedavi gördüğü klinikte deneyimlediği "Depresif insanlar stres altında sakin kalır çünkü onlar zeten hep kötüyü bekler" düşüncesiyle yola çıkmıştır bu senaryoda.
Belki de iki kız kardeş Trier'in iç çatışmasının yansımasıdır. Justine ağır depresyon altında olan kardeş iken ona yardımcı olmaya çalışan ablası Claire ile iki ayrı psikiolojik sistemin felakete karşı tepkisi ortaya koyulmakta.
2 yorum:
Trier'in Europa'sınde çıta çok yüksekti. Şimdi kendi çıtasına durmadan çarpıp yere düşürüyor. Ama Antichrist çok güzeldi. Trier fena şişko olmuş bu arada.
trier nüdist ana babanın çocuğu olduğunu bilmiyordum. hala Melancholia izlemiş değilim. filmlerini severim aslında..
Yorum Gönder