16 Şubat 2010 Salı

The Third Man (1949)

1949 yılı yapımı harika bir kara film örneği.
Yönetmen Carol Reed ve başrollerde Joseph Cotten, Alida Valli, Trevor Howard, Orson Welles yeralmakta.

İkinci dünya savaşı sonrası Viyana kuşatma altındadır ve İngiliz, Fransız, Rus, ABD tarafından kontrol edilmektedir.

Amerika'lı ucuz roman yazarı ve beşparasız olan Holly Martins çocukluk arkadaşı Harry Lime (Orson Welles) tarafından işgörüşmesi yapmak üzere Viyana'ya çağırılır. Geldiği gün arkadaşının bir araba kazasında öldüğünü öğrenir ve olay anında bulunan kişilerin çelişkili açıklamaları üzerine kazayı araştırmaya başlar. Mezarlıkta İngiliz polisi Binbaşı Colloway'le tanışan Martins arkadaşının bir hırsız ve katil olduğunu öğrenir. Yine mezarlıkta gördüğü arkadaşının sevgilisi aktrist Anna Schmidt'in izini bulup, gerçeğin peşine düşer.

Savaş sonrası Viyana'sında mimari harikası binaların yanında yıkıntılarla dolu parke taşlı sokaklar filmin genelinde atmosferi oluşturmakta.

Genelde gece çekimleri ağırlıktaolan, karanlık boş sokakları, duvarlara yansıyan dev insan gölgeleri, yakın plan çekim karakterleri, ve yarım asır sonrasında bize parmak ısırtacak kanalizasyon tünellerinin içinde kaçma kovalamaca sahneleri ile Kara film (Film Noir) türünün tüm özelliklerini barındırıyor The Third Man.

Şüpheli karaketerlerin abartılı mimik ve davranışları, çelişkili konuşmaları, baştan itibaren seyirciye sonuca giden yolu işaret ederken, asıl kahramanımız gerçeklerin peşinde daha temkinli ve iyiniyetli yaklaşımıyla olayı araştırmaktadır.


İşlenen suçları ve sonuçlarını öğrendiğimizde bir savunma ve hayat görüşü olarak karşımıza filmin o önemli repliği çıkar.

« ...İtalya'da 30 yıl boyunca Borjiyalar hüküm sürdü, bu süre içinde hep kan döküldü, cinayetler işlendi yani hep savaş, kıyım ve terör vardı. Ama Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Rönesans'ı da onlar yarattı. Oysa İsviçre'de 500 yıl boyunca barış, kardeşlik ve demokrasi vardı, ama buna karşılık ne yaratabildiler? Sadece guguklu saati! »

Filmin seyredilmeye değer olduğunu düşündüğüm için daha fazla bilgi vermek istemediğimden konuyu üstü kapalı olarak anlatmaya çalıştım.

Filmin sonlarına doğru seyirci ve asıl kahraman tüm sebep sonuç ilişkisini beraberce öğrenir ve kahraman da bir seçimin eşiğine gelir. Bu seçim noktası kahramanın da kırılma noktası olur.


Filmi özel kılan ve senaryosundaki gerilimli sahneleri farklı bir yaklaşımla sunan en önemli etken ise müzikler.
Film müzikleri "zither" adlı bir enstrümanla Anton Karas tarafından bestelenip çalınmıştır. Zither, kanundan biraz daha büyük, mızrapla çalınan ve çok sesliliğe sahip bir enstrümandır.

Özellikle gerimli sahnelerde devreye giren eğlenceli sayılabilecek melodiler algıları ve beklentileri şaşırtarak filme farklı bir hava katıyor.


Son olarak, başroldeki Joseph Cotten, Alida Valli bana sima olarak Ediz Hun ve Belgin Doruk'u anımsattı. Eski Türk filmlerini seyretmeyi özlemişim.

Hiç yorum yok: