9 Kasım 2010 Salı

Bu Nasıl Bir Öykü (Bölüm 2)

Nereye goturuyor ayaklarim beni? Kapidan uzaklaşmaya çalışsam da bir şey beni yeniden oraya çekiyor. Nöbetçi öğretmenin “haydi sınıfa” emriyle irkilip yeniden okula doğru dönüyorum.

İki ders sonrasındaki teneffüste bahçede yürürken gözüm kapıya takılıyor. Danışmaya doğru yürüyen adam dikkatimi çekiyor. Kahverengi ceketli, çok uzun boylu ve etrafına bakarken neredeyse her şeyi görür gibi duran bir adam, danışmaya bir şeyler bırakıyor. Yavaş yavaş oraya yöneliyorum. Danışmadaki görevli “Tamam, Selim Tarhan’a” diyor. 4. sınıfların öğretmeni. Benim öğretmenim. Anlaşılan o tuhaf adam öğretmenime bir şeyler getirmiş. Ne olduğunu merak etsem de öğrenemeyeceğimi biliyorum.

Öğretmenim derse elinde kapıda gördüğüm o dosyayla geldi. Bize kitabımızı açıp beklememizi söyledi. Ellerinin titrediğini fark ettim. Bir şey onu sabırsızlandırıyordu. Bizi kitaplarımızla başbaşa bırakıp bir an önce elindekini açmak istiyordu. Paketin en dışındaki sarı zarfı açtı. Tam o anda gözlerim, dışarıda neler yaşadığını en çok merak ettiğim ama karnıma vurup kaçtığı için küs olduğumuz Ömer’e yöneldi. O da tıpkı öğretmenimiz gibi sabırsızca davranıyordu. Gelen paketin onunla ilgili olduğunu düşünmeye başladım. Bu sırada öğretmen zarfın içindekini çoktan görmüştü bile. Hiç beklemediğimiz bir şey oldu ve Ömer hızla kalkıp kendini kapıya attı. Ardına bile bakmadan koşarak kaçtı.

-22 saat önce, İstanbul’dan 2200 km uzakta Mallorca Kanalında bir gemi-

Kaptan Fran Val, pruvaya inip neler olduğuna bakmaya gittiğinde teğmen Perez Villagrasa’yı tüm askerleri bir araya getirip konuşma yaparken buldu. Uluslararası sularda bir askeri gemide cinayet işlenmişti ama 4’ü sivil 350 kişilik mürettebatta hiç kimsenin elinde katilin kim olduğuna dair bir kanıt yoktu.
4. kamarada eğitim görevlisi misafir Türk subay Hakan Binboğa, göğsünden vurulmuş halde yatarken onu teğmen bulmuştu. Adam son nefesini veriyordu.
Teğmen Villagrasa onun son üç kelimesini duyabildi:
Bu kelimelerden ilki “şifre” ikincisi, “oğlum” ve üçüncüsü de “İstanbul” olmuştu. Villagrasa’nın artık tüm hayatı bu üç kelimenin esrarını çözmekten ibaret olacaktı.

Öykümüzün Seyir Defteri

Yazan: http://estarabi.blogspot.com/
Sıra Kimde: http://edaunturk.blogspot.com/

11 yorum:

Aslısın dedi ki...

İşte bu! Şahane olmuş, ellerine sağlık. Ne kadar heyecanlı böyle yahu, süper süper, aklınızla bin yaşayın hepiniz :)

Eda dedi ki...

Umarım hakkını vererek devam ettiririm.Hemen yazmaya başlıyorum ve kısa süre içinde elektronik postyala atıyorum. :)

CEPAYNASI dedi ki...

nefes nefese okuyorum...
sağolasınız:)

bu kitap da olmalı:p

Dışavurum dedi ki...

Baya güzeldi, devamı gelsin diye beklemedeyim sabırsızlıkla.

Sinem Ergun dedi ki...

dakika bir gol bir:)) bir cinayetimiz oldu bolca da gizem:)) Muhammed sen naptın, dağıttın gittin:)) açtığın kapılardan nerelere gidicez bakalım, haydi hayırlısı:)))

Adsız dedi ki...

Hikaye geniş sulara yayılıyor. Hadi bakalım çok iyi gidiyor :)

Adsız dedi ki...

aman tanrım!..bağımlısı olduk yahu :)

thalassapolis dedi ki...

gayet heyecanlı oldu hadi bakalım

Berna dedi ki...

Heyecan dozu artıyor :) Meraktayım...

Sinem Ergun dedi ki...

Murakami kurgusu gibi oldu:))) eşzamanlı olaylar örgüsü,
nasıl bağlıycaz bakalım birbirine, gökten kertenkele de yağacak mı acaba:)))

Estar Abi dedi ki...

Teşekkür ederim hepinize. Hikayenin 6. ya da 7. sayfası bana düşseydi bu şansı bulamazdım şüphesiz. Kurguyu genişletmenin ve yan karakterlerin olaya dahil olmasının en olası bölümü bana düştü.

İlk bölümdeki aynı günün tekrar edebilmesi için her objenin aynı kalması fikrini de unuttuğumu zannetmeyin. Yalnız o tema çok önemli ve bence 8. ya da 9. bölümde önemini göstermesi gerekiyor.

Sevgili Sinem gökten kertenkele yağar mı bilmem ama bu karmaşada başıma taş yağmadığına şükrediyorum.:))